Musa Tektaş


OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİNDE DARENDE

OSMANLI MÜFETTİŞİNİN DARENDE ŞİİRİ-2


Halkı hoş kendisi hoş bir şehri hûban hânede

Hem bulunmaz memleket şu Devlet-i Osmânede

Payitaht olsa sezâdır sâye-i Şâhanede

Çâr etraf bülbülün sayyad âhı var Darendenin

 

(Darende’nin şehir yapısı güzel olduğu gibi halkı da bütün ahalisi de güzel insanlardır. Bu şehir sevilecek bir şehirdir. Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisindeki topraklarda eşi ve benzerini bulmak zordur. Padişahımızın fermanıyla memleketimizin başkenti olsa hakkıdır. Darende'nin dört tarafında (her yerinde, her yönünden) da bülbüllerin sesi, avcı sedasıyla gönülden seslenişleri duyulur.)

 

 

Geçen ayki yazımızda bir Osmanlı Müfettişinin “Darende” şirinin ilk beytini açıklamaya çalışmıştık. Bu yazımızda bir dörtlüğünü tahlil edeceğiz. 

Tarihte Darende'nin eski ve ortaçağ tarihinde yaşayan medeniyetleri sayacak olursak; Hititler, Frigler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar ve Türkler’in hâkimiyeti altında bir hayat sürüldüğünü görürüz. . Bölgenin İslam orduları tarafından fethi Hz. Ömer dönemine rastlar. Aziz Türk milletinin bu topraklarla yönetime hâkim olması Selçukluların Anadolu, yeni Bizans yönlü akınları sayesinde gerçekleşmiştir.

Danişmentlerin, Anadolu Selçuklularının, Eretna devletinin başlıca hüküm sahası olan Darende uzun süre de Memlûk hâkimiyetinde kalmıştır. Nitekim kazanın idarî ve iktisadî yapısının şekillenmesinde Memlûk devletinin büyük rolü olmuştur. Darende'nin kesin olarak Osmanlı idaresine girmesinden sonra bile elinde Mısır sultanından beratı olanların aynı haklara sahip olarak yerlerinde bırakılmaları bunu ortaya koymaktadır.

Darende ve çevresi kâh Memluklere bağlı Dulkadiroğlularının, kâh Osmanlıların elinde sürekli olarak yer değiştirmiş, en nihayet Yavuz Selim'in Mısır seferi neticesinde Osmanlı idârî ve sosyal yapısı içerisindeki yerini almıştır. İslam fetihleriyle Darende ve civarı da İslam’la tanışınca İslam medeniyet ve kültürü halkın bütün zerrelerine nüfuz etmiş güzel bir şehir teşekkül etmiştir.   

1550 tahririne göre Darende, Sivas eyaletinin Divriği sancağı içerisinde görülmektedir. Ovacık nahiyesi, Ayvalı nahiyesi ve Gürün nahiyesi olmak üzere üç nahiyeden müteşekkildir.  “Darende Tarihi” adıl eserde şu bilgilere rastlanmaktadır: 

Ovacık Nahiyesinin 16. yüzyılda köyleri; Aşudı, Aşudı zimmî, Ceğde, Cibalhisar, Çorumlu, Germuter, Gökderen, Güdal, İspekçor, Karadiğin, Kızılkilise, Madi, Mengalos, Mezgidan, Mığıdı, Handaros, Handaros zimmî, Setrek-i Süfla, Setrek-i Ulya, Şa’bük, Uluviran, Yenice.

Gürün Nahiyesinin 16. yüzyılda köyleri; Çukur, Depecik, Fenk, Göben, Gürün, Gürün zimmî, Hacılar, Karahisar, Kavak, Ögürmek, Sarukaya, Sazcuğaz, Sazcuğaz zimmî, Sazcuğaz-ı Ulya, Telin, Tıhmın.

Ayvalı Nahiyesinin 16. yüzyılda köyleri; Aygırlı, Ayvalu, Bicir, Çayköy, Çimen, Deredolu, Divancıklu, Eyubasan, Gököz, Görki, Göynük, Harka, İlisuluk, Karahacılar, Kızılhisar, Kızılözler, Kuluncak, Poladcık, Saluroğlan, Sarucalar-ı Süfla, Sarucalar-ı Ulya, Şokşürük, Türklü, Ular, Zekeriyaözü.

 

16. yüzyılda Darende’nin şehir merkezi olarak toplam nüfusunun diğer bazı kazalar ile karşılaştırıldığında daha fazla olduğu görülmektedir. Şöyle ki, 1520 tarihli tahrirde Ordu kazasında 305 müslim nüfusun varlığın karşılık Darende'de yaklaşık olarak 1835 müslim nüfus mevcut idi. Darende'de şehir nüfusunun fazlalığı büyük ölçüde Tohma akarsuyunun oluşturduğu ziraata elverişli ovalık alanların bulunmasından kaynaklanıyordu.

1550 yılı kayıtlarına göre kazada bulunan toplam 11 mahalleden 1 tanesi dışındaki 10 mahalle hemen tamamen Müslüman olup buradaki toplam nüfus köylere göre daha azdır. Diğer yandan16. yüzyıldaki kayıtlara göre 

Darende köylerinde toplam 1406 hanede 517'si mücerred olmak üzere toplam 7050 kişi meskûndur. Köy başına yaklaşık olarak % 24.66 hâne düşmektedir. Bu veriler de köylerin hane ve nüfus açısından belli bir güce sahip olduklarını ortaya koymaktadır.

Öte yandan Darende Tapu Tahrir defterinde mezraların çokluğu dikkati çekmektedir. Kazada toplam 151 mezra bulunmaktadır. Bu mezralar, ya ahalisi dağılmış eski köyler, ya da iskân yerleri ödevini gören sahalardır.

1550 tarihli ve 408 no'lu tapu tahrir defterine bağlı olarak Darende kazası ile ilgili Songül Akkoyun yaptığı araştırmalardan şu sonuçları çıkarmaktadır:

“Osmanlı Devletinin iktisadi gücünün temelini ziraatin oluşturmasına paralel olarak Darende’de ekonomik faaliyetlerin özünü tarım ve ondan sağlanan ürünler oluşturmuştur. 1550 tarihinde Darende'de en fazla arpa, buğday ve bağ-bahçelerden sağlanan ürünler yetiştirilmiştir. Tarımsal üretimin yanı sıra hayvancılık kazanın ekonomik gücünün diğer bir koludur. Zira gerek koyun sayısının gerekse koyunlardan sağlanan gelirin önemli bir meblağ tutması bunu ortaya koymaktadır.

Darende’de boyahane gibi o zamanın önemli sanayi kuruluşları da bulunmaktadır. Ancak bu müesseseler sadece kaza merkezinde bulunup gelirleri de oldukça azdır. Darende'de bunların dışında ayrıca kanunnâmede ilgili hükmü bulunan ve Evliya Çelebi'nin de bahsettiği debbağhane(deri işlenen atölye) gibi önemli bir kuruluş daha bulunmakta fakat tapu tahrir defterinde bununla ilgili bir kayda rastlanmamaktadır.”

 

Payitaht ifadesi bugünkü deyimle “Başkent” demektir. Osmanlı Müfettişi şiirinde Darende’ye o kadar önem veriyor ki başkent olsa yeridir gibi bir övgü ifadesi kullanıyor.

“Darende Tarihi” adlı eserde Darende için vilayet, liva, kaza, kasaba ve nahiye terimlerinin kullanıldığı görülmektedir. Bu terimler belgelerde sıkça kullanılmaktadır. 

1624 tarihli bir cizye kaydında Darende için vilayet teriminin kullanıldığı görülmektedir; “vila-yet-i Darende tabi’-i vilayet-i Malatya” . Yine 1625 tarihli bir cizye mukataası kaydında da Darende’den vilayet olarak söz edilmektedir.

Her insan sevdiği yerin değerini ifade etmek için başkent gibi taltiflerde bulunur. Osmanlı müfettişi de Darnede’nin padişahın fermanyla başkent yapılaca kadar kıymetli olduğuna şiirinde vurgu yapar. Zaten Darende sevenlerinin gönüllerinde müstesna bir konumdadır. 

 

Darende’nin dört etrafının bağlık bahçelik yeşillik, şırıl şırıl sıların aktığı güzel bir mekân olduğunu beyanla bülbüllerin öttüğü, suların ve kiş cıvıltılarının birbirine karıştığı bir huzur ortamı olduğuna vurgu yapıyor. 

 

Türk Edebiyatında sevgiyi tavsifte en çok işlenilen konulardan biri de “Bülbül”dür. Besmelenin ve Bülbül’ün ilk harfinin alfabenin ikinci harfi olan “b” ile başlaması remzen ilahi muhabbeti temsil eder. Bülbül seher vaktinde gülü karşısına alarak öter. Gül, onun için yaprakları yeni açılmış bir kitaptır. Âdeta bülbül o kitabı okur. Bülbülün bütün neşesi gül ile kaimdir. Gülden ayrı olunca inleyişler içinde kalır. Kuşlar farklı yerlerde yaşarlar. Afedersiniz Karga leşi, baykuş viraneyi, bülbülde gülzârı sever. Bağda, bahçede, çiçekler içinde dolaşmakla beraber bülbül daha çok gül dalları ve yaprakları arasında görülür. 

 

Kadr-i zer zer-ger şinâsed kadr-i gevher gevherî

Kadr-i gül bülbül şinâsed kadr-i Kanber yâ Ali

                                 

(Altının değerini sarraf, mücevherin değerini de cevherci bilir. Gülün kadrini bülbül, Kanberin değerini de Ali bilir.) 

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) de bir beytinde şöyle buyurur:

 

Vatan-ı hususimiz Darende ilçesidir

Gönlümüzün incisi bir altın külçesidir

 

Çiçekler içinde kendisinden en çok bahsedilen güldür. Şiirdeki bülbülün âhının gül için olduğunu hepimiz biliriz. Otuz yapraklı gül şehri Darende ayın zamanda Peygamberimizin gül neslinden olan seyyidlerin diyarıdır.   Gönlü bülbül gibi olup, gerçekten sevenlerin kıymet verdiği Hz. Muhammed (s.a.v.) nesli Darende için bir değerdir.