Musa Tektaş


NEHRİ KEVSER, ŞÂHI HÂMİD-İ VELİ OLAN DARENDE

Osmanlı Müfettişinin “Darende” şirini açıklamaya çalışıyoruz. Bu yazımızda yeni bir dörtlüğünü tahlil edeceğiz:


Birkaç aydır yazılarımızda bir Osmanlı Müfettişinin “Darende” şirini açıklamaya çalışıyoruz. Bu yazımızda yeni bir dörtlüğünü tahlil edeceğiz: 

 

Tohma nehri mislü kevser şehr içinde câridir

Zikri tesbihi Hüdâ mânâ onların kârıdır

Feyz menba'dır o su kim içse kalbin arıdır

Şeyh Hâmid-i Veli gibi şâhı var Darende'nin

 

(Tohma nehri, cennetteki Kevser ırmağı gibi mübarek bir nehirdir. Suyun Allah'ı zikrederek cazibesiyle menziline doğru akması gibi ondan ders alıp, ibret alıp Mevlâ'yı zikreden kullar kendilerine manevi sermaye hazırlarlar.

Muhabbet zaviyesinden akan sular; feyiz menbaıdır. Şeyh Hâmid-i Veli hazretlerinin civarındaki sulardan içenlerin kalbinin pası silinir, gönülleri günahtan arınır. Çünkü Darende'de hiçbir yere nasip olmayacak büyük bir veli, maneviyat sultanı Şeyh Hâmid-i Veli (Somuncu Baba) gibi büyüğü vardır.)

 

Kıvrılarak ve salınarak asırlardır akıp giden Tohma nehri geçtiği topraklara bereket saçmaktadır.  Kavrulan topraklara can vermiştir.  Kollar ile birleşerek verimli bir havza oluşturmuştur.  Vatan topraklarını münbit hale getirmiştir.  Darende’yi türlü yeşille kol kol bezeyip geliştirmiş.  İç açıcı, serinletici suyuyla mutluluk dağıtmaktadır. 

Zaviye Mahallesinde, Hıdırlık mevkii’nde Somuncu Baba olarak tanınan Şeyh Hâmid-i Veli hazretleri maneviyat otağını buraya kurmuştur. Tohma, sanki saygıyla hazretin ayaklarını öperek akmaya devam etmekte yeşillik böylece gövermektedir. 

Zaviye mahallesinde Darende’nin imarı için Hulûsi Efendi ve evlatları gayret göstermekte, Tohma’nın civarında şehirle birlikte gönülleri inşa etmektedir.

 

Darende’de Yeşil Kuşak

Darende’de Tohma Vadisi, ilkbahar ve yaz aylarında serin havası ve yeşilliği ile ikamet için çekici bir özellik kazanır. Bu nedenle halen kasabada ve başka yerlerde bulunan Darendeliler için bir dinlenme ve yazlık bölgesi özelliğindedir.

Darende’nin içinde bulunduğu Malatya ve çevresi, bugün olduğu gibi, geçmişte de meyveciliğin geliştiği bir bölge idi. Yerli ve yabancı kronikler, seyyahların tuttuğu notlar, klasik dönemin Tapu Tahrir Defterleri bu bölgenin önemli bir meyvecilik merkezi olduğunu belirtmektedirler.

Darende’de toplam tarım alanlarının %35’ini (163394 dekar) dikili alanlar oluşturmaktadır. Doğal çevre şartlarının uygunluğu, ulaşımın gelişmesiyle büyük pazarlara ulaşma imkânının sağlanması, bu faaliyet dalının öneminin fark edilmesi gibi sebepler bahçe tarımını geliştirmiştir.

Son yıllarda yamaç arazilerin teraslanarak motopomplarla sulamak suretiyle, özellikle kayısı yetiştiriciliği hızlı bir şekilde artmaya başlamıştır. Tohma Suyu ile Balıklı Suyu’nun ilçeyi boydan boya kat ettiği yörelerde bir yeşil kuşak devam eder. Bu yeşil kuşak boyunca başta kayısı olmak üzere elma, armut, ceviz, dut, kiraz, vişne, şeftali, kızılcık, erik, antepfıstığı, üzüm yetişmektedir. Bunun dışında yabani incir, Trabzon hurması, turunçgiller, zeytin, yenidünya yetişmektedir. 1960’lı yıllara kadar dut, ceviz, kayısı, erik, elma yetiştiriciliği aile ihtiyaçlarına yönelik yapılırken, özellikle kayısının ekonomik değerinin artması ile kayısı bahçeleri hızla yayılmıştır.

 

Darendeli şair Şükrü Erdoğan Ulu’da şu tespitlerde bulunuyor: “Darende’nin içinden geçen ve şehri ikiye ayırmış olan, Tohma Suyu, kayaların içinden çağlayarak geçerken, ruhları kendiliğinden heyecana getirmesinden ve asır-dide minarelerinin, camilerinin ve eşine pek az rastlanan kalesinin insanı düşünceden düşünceye sevk etmesinden tabiî ne olabilir? Bahar geldiği zaman bahçeler içerisine gömülmüş olan evlerden bin bir çiçeğin kokusunu alan; mütenevvi kuşların cıvıltısına ve geceleri Tohma'nın o ahenktar çağıltısına kulak veren, sıcak kaplıcalarından külfetsizce istifade eden Darende gençlerinin ruhları elbette hassas olacaktır.”

 

Tohma Nehri Kevser’e Benzetilmiştir

 

Şiirde Tohma nehri Kevser’e benzetilmiştir. Kur’an’da kevser kelimesi aynı adla anılan sûrede (el-Kevser,1) bir defa zikredilmektedir. Tefsirlerde hadislere dayanılarak kevser kelimesine “Hz. Peygamber’e cennette bahşedilen nehir” anlamı verildiği gibi daha yaygın olarak kelime Resûlullah’a lutfedilen nübüvvet, hikmet, ilim, çok sayıda ümmet, tevhid vb. mânevî nimetler ve ehli beyti şeklinde de yorumlanmıştır. 

Muhtelif rivayetlerde söz konusu nehir, etrafı incilerle örülmüş kubbelerle çevrili, suyu gümüşten beyaz, miskten daha hoş kokulu, baldan tatlı gibi özelliklerle tanıtılır. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin şiirlerinde kevser şöyle geçiyor: 

 

Cümle âlemlerin oldun serveri 

Emrine râm oldu ins ü cin perî 

Çeşmin ayn-ı hayât lebin Kevserî 

Ahsente ahsente hoş bâreke’llâh

 

Peymânesi Kevser yeridir ravza-i Cennet

Ol niyyet ile girsen olup mahrem-i sohbet

 

Şiirde Darendelilerin zikir ve tesbih ederek manevi kazanç elde etmektedirler. Tasavvuf ıstılahında ise zikir; din ve dünya saadetini elde etmek için Hakk (c.c)’ın zat ismini vird ederek, vaktini ma’mur etmek maksa­dıyla ya kâmil bir mürşidden alınarak ya da şeriat, tarikat ölçü ve adabına bağlı kalınarak, usulü ve şekliyle öğrenilerek, tesbih ile muhtelif esma-i hüsnayı söylemektir. Bu söyleyişte Hakk’ı anmanın sadece dille değil, kalp ve zihnin de Allah (c.c)’la meşgul olması gerektiği, kelimenin lügat manasında gizlidir.

 

Zikir Manevi Kazançtır

Mutasavvıflara göre gerçek zikir, Allah’ı gerçekten sevmek, O’ndan tam anlamıyla korkarak gaflet meydanından müşahede semasına yükselmektir. Ya da bir başka ifadeyle mezkur’dan; yani Allah (c.c)’tan başkasını unutmaktır. Çünkü Kehf, / 24. "Unuttuğun zaman Rabb’ini zikret" ayetinin anlamı, Allah (c.c)’tan başkasını unuttuğun zaman, O’nu zikretmiş olursun, demektir.

Zikrin en önemli hususiyetlerinden ve onun tasavvuf yolunda temel esas olmasını sağlayan özelliklerinden biri, belli bir vaktinin olmayışıdır. Kur’an’da herhangi bir tahdid yapılmaksızın bütün vakitlerde zikredilmesi emredilmektedir. Oysaki ibadetlerin en şereflisi olan namazın belli vakit­lerde kılınması caiz görülmüş; zikir için ise böyle bir kısıtlama söz konusu olmamıştır. Bu da zikrin devamlılık ilkesini gösterir. Nitekim: 

"Onlar ki ayakta, oturarak ve yanları üzere yatarken Allah’ı zikrederler." (Al-i İmran, 191.) ayeti bu devamlılığın sınırsızlığını ifade etmektedir. Âl-i İmran 41, Ahzab 41 ve Cuma 10. ayetindeki "zikr-i kesir" emri de bunun bir başka te’yidi olduğu gibi, "zikr-i dâim" esasını hedef göstermektedir. 

Sufilere göre, ilk defa zikir telkini yapan kişi Hz. Peygamber (s.a.s) olup dört halifenin her birine değişik usullerde zikir telkin etmiş; sonradan tari­katlar bunlardan herhangi birini esas alarak zikir tarzlarını geliştirmişlerdir.

Zikrin saliki uyanık hâlde tuttuğunu ve en büyük bir kâr olduğunu, zikrin insanı dünyevî varlıklardan soyutlayışını, Allah (c.c)’a kavuşturduğunu Hulûsi Efendi Hazretleri şu ifadelerle nazmetmiştir:

            

Dervîş olan âgâh olur

Her kârı zikru’llâh olur

Hep cümle varından geçer 

Vâsıl-ı ila’llah olur

 

Ey abd-i makbûl dönme sağ u sol

Budur doğru yol Hakk’ı zikr eyle

Ey Allah’ın katında kabul gören iman sahibi kul; istikametini sapıtma, Hakk’ın yolundan ayrılma. Hakk’ı zikredenlerin yolu doğrudur, gittikleri yol hakikattir sen de Hakk (c.c)’ı zikret.

 

Murâdın irfân idesin iz’ân

Ey sevgili cân Hakk’ı zikr eyle

Sen eğer, Allah’ı bilmek O’nu bulmak ve O’nun sırlarına vâkıf olmak istiyorsan, anlayış kabiliyetin gayet yüksek bir şekilde ey gönül Hakk (c.c)’ı zikret.

 

Her ân her nefes gayre meyli kes

Budur sana bes Hakk’ı zikr eyle

Her aldığın ve verdiğin nefeste, yalnızca Hakk (c.c)’ı zikret. O’ndan başka her şeyden ilgi ve alakanı kes. Böyle yapman senin için kâfidir, sen bu öğüdü tut Hakk (c.c)’ı zikret.

 

Fikr-i hevâdan kalb-i riyâdan

Geçüp sivadan Hakk’ı zikr eyle

Boş düşüncelerden ve gösterişten uzak kal. Zikir insanı kötülüklerden korur. Günahlardan geçip, Hakk (c.c)’ı zikret.

 

Hulusi Has ol ehli ihlas ol

Bahre gavvas ol hakkı zekreyle..

 

Darende’yi Darende Yapan: Şeyh Hâmid-i Veli’dir

Önceleri Darende’nin içme suyu Tohma’dan temin edilir, küplerde bekletilir ve öyle içilirmiş. Ayrıca Şeyh Hâmid-i Veli Türbesi arkasından çıkan kaynak suyu da içilebilme özelliğine sahiptir. Şiirde bu sulardan içenlerin veya Darende’nin bu nimetlerinden istifade edenlerin kalbini temizlediğini ve feyze vesile olduğunu şair bu mısralarda ifade ediyor. 

Darende’nin bütün bu nimetlerden daha üstün ve övünç vesilesi bir manevi özelliği daha var ki oda Şeyh Hâmid-i Veli’nin burayı ebedi mekân tutmasıdır. Böyle bir ulvi şahın Darende’de bulunması büyük bir ihsan-ı ilahidir. Zaten Darende’yi Darende yapan en önemli hususiyet de budur. Darende hazretin anıldığı, anlatıldığı ve diller destan kılındığı için kıymetlidir.  Söz Hulûsi Efendi hazretlerinin mübarek sözüdür: 

 

Her ellerde anılsa her dillerde anılsa

Layıktır o büyüklük şanına Şeyh Hâmid’in