Musa Tektaş


KEMAL ÜMMÎ’NİN ŞEYH HAMİD-İ VELİ MERSİYESİ-1

KEMAL ÜMMÎ’NİN ŞEYH HAMİD-İ VELİ MERSİYESİ-1


Hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan 15. yüzyıl sufi şairlerden Kemal Ümmî’nin asıl adının İsmail olduğu, zahirî tahsil görmeden yetiştiği için şiirlerinde Ümmî Kemal mahlasını kullandığı bilinmektedir. Halvetî Tarikatı’na mensubiyeti ve mürşidinin Şeyh Hâmid-i Veli Hazretleri olduğunu kendi mersiyesinde zikretmektedir. 

İslâm Ansiklopedisi’ndeki bilgilere göre; Kemal Ümmî’nin yaşadığı ve öldüğü yer hakkındaki bilgiler de birbirini tutmamaktadır. Latîfî ve Âlî Mustafa Efendi onun Karaman’ın Larende kasabasından olduğunu, müridlerinden menâkıbını yazan Âşık Ahmed ise Horasan’dan geldiğini söyler. Diğerlerine nazaran daha eski olan bu kaynağa göre Kemal Ümmî, Anadolu’ya gelince Bolu çevresindeki Aladağ ve Bozarmut civarında yaşamış, Bolu halkını irşada çalışmış, Hacı Bayram-ı Velî’nin sevgi ve ilgisine mazhar olmuştur. Âşık Ahmed, Kemal Ümmî’nin Bolu’da medfun bulunduğu zikredilmektedir.

 Nihad Sami Banarlı, Niğde Mevlevîhânesi’nde medfun olduğu rivayetine temas eder. Anadolu’da, sevilen mutasavvıfların çeşitli yerlerde kabirlerinin bulunduğu inancına ve geleneğine bağlanarak Kemal Ümmî’nin adına da birçok makamın izâfe edilmesi tabiidir. Ancak son durağının Bolu olduğu yapılan araştırmalar neticesinde anlaşılmıştır.

Şiirlerinde İslâm dininin temel inanç kurallarına, Sünnî akideye titizlik göstermesi dikkat çekmektedir. Ümmî olarak tanınması ve nisbe olarak kullanması ise, zahirî ilim tahsilinden çok, Vehbi-ledünnî ilimden nasiptar olduğunun işaretidir. Hacı Bayram-ı Velî onun ümmîliğini bir kusur olarak değil bir manevî zenginlik olarak görür. Tarikat ehli içinde müstesna bir yere sahip olduğunu, Allah’ın ilim hazinesinden ona lütuflar bahşedildiğini beyan eder. Dünyada ümmî olarak anılsa da marifet ehli olarak her zaman güzellikle anıldığını ifade eder. Yakın dostlarından ve bağlılarından olan Sarı Müderris de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in de ümmî olarak anıldığını ancak ümmü’l-kitap olduğunu belirterek, Kemal Ümmî’nin, ümmîliğinin peygamber sünnetine uygunluk olduğundan bahseder. 

Kemal Ümmî Divan’nındaki bir mersiye dikkat çekmektedir.  Mersiye; dinî-tasavvufî Türk edebiyatında, din ve tarikat ulularının ölümü üzerine yazılan kasidelerdir. Şimdi Kemal Ümmî’nin 39 beyitlik Şeyh Hamid-i Veli mersiyesinin ilk altı beytine bu yazımızda bakalım. Sonraki yazılarımızda devamını izaha çalışacağız: 

1          Görün bu çarh-ı gaddârı ki ‘âlemde neler kıldı

             Yine bu gerdiş-i gerdûn niçe müşkil hatar kıldı

            (Daima dönen ve hiç yerinde sabit olamayan bu dünya, hatta acımasız olarak insanların ölümünü gören dünya, âlemde neler yaptı neler. Dönen felek insanlara çok zorluklar çıkardı, etrafa korku ve tehlike yaydı.)

Gece ve gündüzün oluşumu, ayın ve yılın devri dünyanın hareketinin sonuçlarındandır. Bugün Dünya’nın dönüşü ile gerçekleşen tüm evreler, eski inanışlarda da feleğin sürekli dönmesine bağlanmıştır. Divan şiirinde feleklerin dönmesi, göklerin devamlı hareket halinde olması, zamanın akışta olması ve her daim ilerlemesi dile getirilmiştir. Onun için, bahtsızlık olarak dünyanın dönekliği, aldatıcılığının işareti olarak, bilinmeyen, beklenmeyen korkular tehlikeler ile insanları karşılaştırmaktadır. 

 

2          Zihî gurbet zihî hicret zihî fürkat zihî hurkat 

             Bu âh u derd ü bu hasret bize yavlak eser kıldı

(İşte ayrılık, işte yolculuk ve uzaklara giden dostun yürekleri yakan hasreti. Bundan dolayı ah edip dert çekmemiz bizde alışılmamış sıkıntılı duyguların içimizi doldurmasına sebep oldu.)

Klasik şiir geleneğinde âşığın gönlü sevgilinin hasretiyle yaralıdır. Âşığın âh’ının ateşi ve dumanı feleklere yükselebilecek kadar kuvvetlidir. Âşıkların gönlü sevgilinin hasretiyle yıkık, karanlık mekânlara benzetilir. Âşıkların yüzü, sevgilinin hasreti ile sararır. Âşıklar sevgilinin hasretiyle gözyaşları döker. Sevgiliye duyduğu hasret âşığın gönlünü yakar. Bu iç yangınıyla âşık öyle âh eder ki bu âh’tan yükselen ateşle hem Ay tutuşur hem Güneş. Böyle olunca iç dünya da kararır, gönül yaralı ve dertli olur. 

 

3          Kanı ol ‘ışk eri heyhat kanı ol merd-i pür-tâ'at

              Hayıf kim hâdimü'l-lezzât bize her nef’i zâr kıldı

(Bize yazıklar olsun ne esef verici bir durum ki, o aşk eri nerede, nereye gitti. Bizden ayrıldı. Nerede o Allah’a itaat ve kullukta yiğitlerin mertlerin öncüsü. Dünyadaki lezzetleri yıkan mahveden ölüm; bize fayda yerine zarar, sevinç yerine ağlamak verdi. Bizi inleyiş içerisinde bıraktı.)

Âşık için sevgilinin uzaklaşması, ölüm anlamına gelmektedir. Ayrılık, ölüm, keder vb. unsurlar kişilerin dünyadan lezzet almasına engel olur. Mürşidle aynı mekânda bulunmanın edebi olduğu gibi onunla ayrı kalmanın da edebi vardır. Bu ayrılıkların en büyüğü mürşidin ölümü ile gerçekleşir. Gönül ve hayat bahçelerini süsleyen dostun vefatıyla gözleri ırmak gibi gözyaşı döker. 

4          Kanı ol ‘ârifün şevki tağıldı meclis-i cavkı

             O cümle lezzet u zevki ecel zîr ü zeber kıldı

(Hani nerede o irfan sultanını marifetler ve sevinçler saçan bizi sürurlandıran sohbetleri. Gönüllere muhabbet tohumu ektiği, bizim insanımızı bir arada tutan gönül meclisleri nerede. Manevî zevk ve lezzetlerin alındığı o birliktelikleri ölüm altüst etti hepsini bir anda ortadan kaldırdı.)

İrfan kandili olan mürşidler etrafındaki insanları Allah’ı bilmeye, yani mârifete teşvik ederler. Mârifet yolu ârifler zümresinin, kulluk edebini öğrettikleri yoldur. Edep öğreten büyükler batının ve zahirin terbiyecisidir.  Edep üzere yaşayan bir kişinin kalbini, Allah mârifet nuruyla aydınlatır. Mârifet yolculuğuna ışık tutan mürşidin vefatıyla gönül meclislerinde dağınıklık olur. Sevinç halleri alt üst olup ölüm gelince her şeyin hesabı karışır.

 

5          Kanı ol 'âlim ü 'âmil delil ü mürşid-i kâmil

             Cihân milkinde ol 'âkil ne hoş feth ü zafer kıldı

(Nerede o ilmiyle amel eden seçkin zat, yol gösteren kılavuzluk yapan mürşid-i kâmil (Mürşidimiz Şeyh Hamid-i Velî dünyadan göç etti, şimdi burada aramızda yok). Dünya üzerinde o akıl sahibi zat çok gönül fethetti, güzellik kapılarını açtı, nefisle mücadelede zafere ulaştı.)

Müridler, mürşidin sohbetiyle yetişir ilim ve bilgi sahibi olurlar. İrşad makamında olanlar olgunluk hali ile ilim ve edebe layık hareket ederler. Sûfîler, manevî olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’e mirasçı olurlar ve bu verasetle imanî ilimleri etrafındaki gönül halkasına katılanlara fiilleriyle önek olarak öğretirler. Süfyân bin Uyeyne Hazretleri; “İnsanların en cahili, bildiği şeyi tatbik etmeyendir, insanların en âlimi, bildiğiyle amel edendir, insanların en efdali de Allah’a karşı en fazla huşû duyan kimsedir.” buyurur. Kişi Allah’tan korkarak bildikleriyle amel etmesi, bütün yasaklarından kaçınması,  Allah’ın emirlerine de gücü nisbetinde riayet etmesi “takva”nın esasını oluşturmaktadır.

Allah’a yakın olmanın şartı insanlara önderlik yapmak ve kâmil insan olmaktır. Tasavvufta ideal insan tipi ruhen yücelmiş olan insan-ı kâmildir. Seyr ü sülûkun gayesi şahsî arzu ve isteklere gem vurularak müridin tam olarak ilahî iradenin hâkimiyeti altına girmesiyle kâmil insan mertebesine yükselmesidir. Bu şekilde kâmil mürşid diğer insanlara rehberlik yapar. Allah’ı bilip, tanımaya marifete erişmeye vesile olacak kişi mürşid-i kâmildir. Fahreddin er-Râzî, Hakk’a ulaşmanın bir mürşide intisapla mümkün olduğunu ifade eder ve der ki; “Halkın pek çoğu akıl ve hal olarak noksandır. Akılları hakkı tam olarak idrak edemez, doğruyu yanlıştan ayıramaz. Bu durumda noksan olan kimsenin, kâmil bir insana uyması gerekir. Böyle yaparsa onun noksan olan aklı, kâmil olanın aklının nuruyla aydınlanır, güçlenir. Sonuçta ebedî saadete götüren manevî derecelere ve kemâlat basamaklarına ulaşır.” Dünyada böyle hareket edenler manevi fetih ve zafere kavuşur. 

 

6          Kanı ol şeyhumüz Hâmid sa'îd u müttekî zâhid

             Fenâ 'âlemden ol 'âbid bekâ milke güzer kıldı

(Hani nerede bize mutluluklar veren o şeyhimiz Hamid-i Velî. O takva ile yaşardı, dünyayı terk edip dinin emirlerine çok titizlikle riayet ederdi. İşte dünya hayatını terk etti, ibadetiyle, yaptığı güzelliklere ölümsüzlük yurduna ahirete göç edip gitti.)

Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerine bağlılığını, onun dünyasını değişmesiyle yaşadığı hâlet-i ruhiyeyi dile getiren Kemal Ümmî hazretin manevî-tasavvufî yönüne de temas etmiştir. 

Halk arasında Somuncu Baba, Ekmekçe Koca olarak da tanınan Şeyh Hamid-i Velî Hazretleri dünyaya hiç önem vermemiştir. 

Birçok gönül erleri de dünyevîleşmenin insan için ne denli tehlikeli bir hastalık olduğunu vurgulayarak insanları güzel üsluplarıyla uyarmışlardır. Meselâ Mevlâna Celaleddîn-i Rûmî’ye göre “Dünyaya aşırı düşkünlük insanı Hak’tan, hakikat bilgisinden, ebedî mutluluğa giden yoldan engeller. Bu hâle getirilen dünya, insan için karanlıktır ve kapalı bir zindandır.” 

Yunus Emre Hazretleri de bu konuda: 

Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan. 

dizeleriyle dünyevîleşmenin tehlikesine parmak basmış ve insanları uyarmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bizzat kendileri ve onun izini takip eden mürşid-i kâmiller dünyaya meyletmemiş,  Kur'an'ın emirleri doğrultusunda her vesileyle dünya hayatının geçiciliğine ve aldatıcılığına işaret buyurmuşlardır.  Dünyaya bağlanmanın iyi bir huy olmadığını beyan ederek,  ümmetin ve ihvan-ı yaranın dünyaya bağlanmaması gerektiğini tavsiye etmişlerdir. 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ebû Said el-Hudri (r.a.)'den rivayet edilen bir hadisinde şöyle buyurmuştur. "Dünya tatlıdır ve manzarası hoştur. Şüphesiz ki Allah dünyanın idaresini size verecek ve nasıl davranacağınıza, ne gibi işler yapacağınıza bakacaktır.” Rasûlullah (s.a.v.) dünyanın değersizliğini ve kötülüğünü vurgulayarak insanları onun esaretinden kurtarıp Allah'a kul olmaya yönlendirirken, dünyadan tamamen el etek çekip münzevi bir hayat yaşanmasını hedef almıyordu. Peygamberimiz’in  ve onun izini takip eden Allah dostlarının hayatını incelediğimizde ne dünyanın ne de ahiretin ihmal edildiğini, ikisi arasında dengeli bir yolun takip edildiğini görürüz. Hayatın her adımında tam bir itidal örneği olmuştur. Önemli olan dünya ahiret dengesini korumak ve gönle dünyalığı sokmamaktır. 

 

(Devam Edecek)