Ömer HİDAYET


Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi´nin Sohbet Mekânı: Tohma Koyu


 

?Darende´de Halveti Dergâhı´nın nefs talimi yaptığı vakur ve nezih bir ortam? Zaviye Mahallesi´nin Tohma´ya bakan tarafında, bir ayağını dağın eteğine dayamış soylu bir mekân... Bu mekân, Rasûlü- i Kibriya neslinin altın kolunun devamı olan bir ruh ve mana iklimi parıldatıyordu. Somuncu Baba lakaplı gönül sultanı, Şeyh-Hamidi Veli Hazretleri, yol boyu sıralanmış servilerin gölgesinde kaynayan semaverin buğulu atmosferinde ihvanlarına tembihatta bulunuyordu.

?Sakın ola ki, aç kalsanız, açıkta kalsanız dahi şüpheli şeylere el uzatmayın, nefsinizi terbiye ve teskin etmede bir an dahi gafil davranmayın. Sizi nefsinize zebun edecek söz ve teganniden her dem uzak olun. Bazı mahrumiyetlerin, size nasıl bir nimet sofrası açacağını bilemezsiniz. Asıl pehlivan, güreşte rakibinin sırtını yere getiren değil, azgın ve vahşi nefsini teskin ve terbiye edip, ruhunu yüceler âlemine sultan yapan er kişidir.?   diyerek ulvi hatırlatmasını yapıyordu.

Altın silsilenin solmaz ve mümtaz siması Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, ?Dîvân-ı Hulûsi? adlı asırlara yön ve yol veren, eserini gönül ikliminde lif lif dokumaktadır. Tohma Çayı´nın, Zaviye Mahallesi´ni ikiye bölen akış yatağında, bir anafor çizip yoluna devam eden bir sahildedir. Burası suyun helazonik bir atmosferi altında, serinliğin selvi boyunca çağladığı bir mekândır. Su genişleyerek dağılır, sonra edeb timsali kıvrılarak ?Köşk? olarak adlandırılan dağın dik indiği bir taş duvar koyunda, bahçenin suyla kesiştiği bir ruh atmosferinde yoluna devam eder. Sonsuz bir tat, anlatılmaz bir mana cümbüşü, yaşanır bu koyda?

Hulûsi Efendi, gönül ateşinin ferini, sıcağın bedenleri rahatsız ettiği zamanlarda, bu koyda gidermektedir. Bir ikindi sonrası? Etrafında gönül dostlarından bir çember? Kömür ateşinde kaynayan çay, sakinin usta ellerinde küçük bardaklarda, büyük manaların taşındığı bir anlam iklimine bürünür. Söz gönülden dile, oradan hüzünle karışık sevinç şelalesine dökülür ve mısralaşır?

Çalış tefeyyüz eyle, yücel temeyyüz eyle.

Fazilette sehada örnek insan ol örnek.

Doğruluk karın olsun, vefa şiarın olsun.

Sadakatte vefada, örnek insan ol örnek?

Dünyada bütün kuru ilim ve felsefe doktrinlerini çürütecek çapta bir nasihat örneği sergiler tüm çağlara...

Âlemi sen kendinin kölesi kulu sanma,

Sen hak için âlemin kölesi ol kulu ol?

özdeyişi ile kararan ruhlara, gönül ikliminden esintiler sunuyordu. İnsanlık, egoizm atının hırs yelelerinden tutmuş, doludizgin bir felaketin doruğuna doğru at koştururken, bu sözler insanlık ehramının en tepe noktasında bir bayrak gibi dalgalanıyordu.

Maneviyat ikliminin solmayan yıldızları, insanlığın daraldığı zamanda ışık olup yolumuzu aydınlatmışlardır. Umudun tükendi dendiği yerde yeniden yeşermenin diğer adresi olmuşlardır.

?Yiğit düştüğü yerden kalkar.? diyerek büyük yürüyüşe moral aşılamışlardır. Ülkelerini, nefislerinden üstün tutmuşlar, buldukları bir çivi dahi olsa kendi topraklarını yeşertmenin yolunu seçmişleridir. Gerçek gönül erinin tapelerle, dinlemelerle, tecessüsle işi olmaz. Düşmanlıkları tescilli amansız kişilerle ve ülkelerle iş tutmazlar.

Gündüz hayallerini, gece rüyalarını süsleyen Hak kapısının bir aşığı olmaktan gayrı bir matlupları yoktur. Gizli ajandaları ya da kırmız kaplı kitapları, Allah için sevmek ve Allah için buğz etmekten başka bir madde içermez. ?Sevdik mi cennet, kızdık mı cehennem oluruz.? diyen Erdem Abi´nin Öfkesinde muhabbet fedaisi olur, insanlığa huzur aşılarlar.

Bazen Yunus olur,

Gâh eserim yeller gibi

Gâh tozarım yollar gibi

Gâh akarım seller gibi

Gel gör beni aşk neyledi

dizlerinde görünürler.

 Bazen ?Çalış tefeyyüz eyle? dizeleriyle sosyal yüklü muştu olurlar. Ruhlarımızı, çağın mülevves atmosferinden arındırırlar.

Bazen ?Muhibbanımızdan bir sarhoşun dahi cennete girmesini görmeden, ruhsatımızı nefsimize kullanmayı hicap dışı sayarız.? diyen mürş-i kâmil olur, insanlığın gönül dünyasına serfiraz ederler. Evlad-ı Rasûl olur, Kerbela´nın acısını bir manto gibi narin bedenlerine sararlar.

Seherde gözyaşları, iplik iplik Myanmar olur, Yemen olur, Bağdat olur, Gazze olur, İstanbul olur, insanlık coğrafyasına akar.

Kerbela ve Muharrem Ayı

Muharrem ayı, biz Müslümanlar için tarifsiz acıları içinde barından bir aydır. Hicretin başı olup, yepyeni bir iklime ve mekâna ulaşmanın gerçek adresidir. İnsanlık, gerçek kardeşliği bu sayede öğrendi. Yüzyıldır süren, Medine´de kabileler arasındaki kanlı savaş, muhacirin derin şefkati ve engin hoşgörüsü ile tarih olmuş, tarihe geçmiştir.  İki eşinden birini boşamayı dahi teklif eden, bu kardeşlik sosyal-psikoloji tarihinde tekrar tekrar üzerinde durulması gereken bir haslettir.

Muharrem ayı, bir tarafı ile de hüzün ve matem ayıdır. Haydar-ı Kerrar, Şah-ı Merdan sıfatlı Hz. Ali Efendimizin iki ciğerparesinden biri olan Hz. Hüseyin Efendimizin hunharca katledilişinin yıl dönümüdür. Tüm insanlık, hüznü bir şemsiye gibi, felaket ve kahır yağmurlarının altında eskitmedikçe, nedamet umuda, öfke neşe-i muhabbete dönüşmez.

Bu hüznü ve matemi yaşamazsak, tarihî sorumluluklarımız, vicdanlarımızı aklamaya, acılarımız da etnik ve yöresel kimlik içinde kaybolup gitmeye mahkûmdur.

Birliğimiz ve dirliğimizin ilk şartı, tüm acılar, acımız, nâhak yere akan kanlar da yasımız olmalıdır.

Toplumsal dayanışmanın bir diğer adresi de aşure günüdür. Çeşit çeşit tahıl, meyve ve diğer ürünler, her biri kendi kimlik ve güzelliğini bozmadan, bambaşka yeknesak bir güzelliğe dönüşmelerini, sosyal hayatımızda ibretle izlenmesi gereken bir değer olarak yaşatmalıyız.

Akşam kapı aralığından bırakılan küçük bir kâsedeki aşure, tüm yaşanan sıkıntıları bir sünger gibi gönlümüzden ve ruhumuzdan silip atacaktır. Bugünlerde ne kadarda çok, tüm dostluklarımızın harcı olan paylaşmaya ihtiyacımız var bir bilseniz. Düşmanı sevindirmek, dostları mahcup etmek, zilletimizi artırmaktan başka bir prim yapmaz. Haydi tüm oyunları bozalım.