M. Nazmi Değirmenci


Darende’de kış hazırlıkları


Ev komşum, bir yaz boyu bakıp büyüttüğü, yeşilden sarıya, sarıdan kızarmış kavuniçi renge dönüşen, lokum kıvamı bal tadında bir lezzetin kaynağı, bir kök Trabzon hurmasını son defa sularken “hocam” diye seslendi. Emekli asker komşumu, disiplinli duruşuyla yine zevkle dinliyorum, zamana sitemi var, “ne çabuk geçti bu otla, yaprakla, toprakla, börtü böcekle beraber geçen günlerim” dedi durdu. Yaz başı hanımıyla İstanbul’dan gelip, ekim ayının ortasında tekrar İstanbul’a dönerler.  Malum bugün dede ve ebelerin ortak görevi olan torunlara bakma vazifesini bunlar da üstlenmişler. Hayat planlarını torunlara göre düzenlemekteler. İstemeye istemeye giderek o devasa parazit şehir ekosistemine her yıl dâhil oluyorlar. “Hocam biliyorsunuz biz bu hurmanın toplanma sezonunda burada olamıyoruz, bunun meyvesi başında olgunlaşıp dibinde çürüyor. Kesmeye kıyamıyorum başında mahsulü eksik olmuyor, yine dönüş zamanı geldi çattı. On gün sonra gideceğiz.” diyerek dertlendiği konuşmasını sabırla dinledim. Bir kök olsa da ağacı ve meyvesi için bir çözüm arıyordu. Yakın akrabamın Adana Feke’de görüp bana anlattıkları, sözle de olsa ondan öğrendiklerimi öğretme zamanı gelmişti. Öğretmek genel kavram olarak belki bir harf olarak öğütlenmiş olsa da, alınıp aktarılan her şey öğretmek sayılır. Akdeniz yöresinde Trabzon veya Hatay hurması denilen bu ürünün sararmaya yüz tuttuğu, olgunlaşmadan önceki haliyle, kabuğunun soyularak ister bir bütün ister sekiz parçaya bölünmüş şekliyle güneşte kurutulup tüketildiğini anlattım.  Kurutulmuş, hurma kurusunu yediğimi çok güzel olduğunu söyledim. Tam zamanıydı, toplayıp kurutabilirdi, öyle de yaptı. Çok da mutlu oldu.   Defaten teşekkürü hak etmiştim.  Yazın güneşini kışa taşıyordu, dünyanın en güzel toprak parçasını ecdadımız bizlere vatan olarak bırakmıştı.  Tarih öncesi çağlardan beri süre gelen yaşanmış tecrübelerin yaşanmakta olan halidir kültür.  İnançsal ve iklimsel etkilerle şekillenmiş bu yöresel zenginlik mimariden sanata, giyim kuşamdan sofralarımıza kadar bize bitmez tükenmez bir bereket sunmuştur, halen de sunmaktadır. İşte bu bereketi bütün bir yıla yaymak uzun soluklu emek, önemli deneyim ve tecrübe gerektirmektedir. İşte bu emektir bizlere kışın ortasında yazı yaşatmak. Ama bugünkü manada değil, seralarda GDO’lu tohumlarla üretilmiş, dondurucularda saklanmış, tadını kokusunu kaybetmiş, hormonlanmış dolgun gösterişli gıdaları sofralarımıza taşınmak olarak algılanmasın bu tanım… Kendi zamanında büyümüş, doğal ortamında yetişmiş, geni değiştirilmemiş ürünlerin doğal yollarla saklanarak bütün bir yıl kullanılmasıdır yazı kışa taşımak, yanı kış hazırlıkları…

Sonbahar kimine göre ayrılık hüzün, kimine göre bereketin elde avuçta görülmesidir.  Ben sonbaharı çok sevenlerdenim. Sararmış, kızarmış bezende yeşil kalmış yapraklar arasında sonbahar, yaratılış hakikatini o kadar güzel anlatır ki… İnsanı, yaratana yakın eder bu mevsim… Bitkiler nesillerinin devamı için habire üretirler, bizler kopardıkça onlar tekrar tekrar verirler.  Sonbahar bütün canlılar için bir telaşlanma zamanıdır.  Bizler o kadar olmasak da ecdat hep bu tatlı telaşın içerisinde olmuşlar. Rutin olarak bazen tek, bazen imeceyle kış hazırlıkları yapmışlar: Yiyecek, içecek, yakacak, barınacak her şeyin bir kış hazırlığı olurmuş… Karınca ile Ağustos böceği hikâyesi boşu boşuna okullarımızda öncelikli öğretilmedi bizlere… Tedbirli olmak gerekli, son yıllarda unutulmuş köylerimizde dahi çok azının yapıldığı, dede ve ebelerimizden gördüğümüz güzellikleri kış hazırlılarını yazayım istedim. Unuttuklarımı hatırlamanız dahi büyük güzellik olur.  Ekmekten başlayalım, Buğday kaynatılır serip kurutulur, bulgur, yarma, düğürcek, kavurga, un olur.  Bir sitil su ile yoğrulan hamur ölçüsü kış ekmeğinin miktarını belirler.  Hane nüfusuna göre belki beş belki on sitil kış ekmeği pişirilir…  Hele sarıbursa buğdaydan yapılan ekmeğin kokusu üç mahalle öteden alınır, nedendir bilinmez ama gazelle pişen kış ekmeğinin tadı bir başka olur… Şimdilerde naylon o zamanlar küpeciklere basılır peynirler salamura öfeleme… Küleklerde tuzlanan tereyağını şimdilerde ara ki bulasınız.   Tuzlanarak basılan üzüm yaprakları tevekler. Kaynatılan topraklanan dutlar, üzümler pekmez olur.  Damlara serilir kurutulur bastık, pestil, karamadan olur. Cevize bulanır sucuk olur, acısı çıkarılmış acı kaysı çekirdeğinin kavurganın içinde kendirle beraber yenmesini şimdi nasıl anlatayım… Kurutulmuş dut, ceviz, incaz, elma, armut kahı, üzüm, damlarda örtmelerde asılı ipe düzülmüş kor kor biber kabak patlıcanlar, yerde kurutulan fasulyeler, horozibiği çiçeği veya kırmızı pirçekliyle renklendirilmiş onlarca çeşit sade karışık turşular, domates biber salçaları… Domates, biber, salatalık kabuğu kurutması, mutfağın tadı gülden başlayarak ayvaya dek aroması mükemmel onlarca çeşit reçeller,  elma, üzüm, nar sirkesi son günlerde alıç sirkesi de moda oldu.  Kalp damarlarını açtığı söyleniyor… Saplarından iple arıstağa asılmış şubata kadar kalan kış üzümleri, toprağa gömülen kavun karpuz lahanalar, bahçeler budanınca bir sonraki yıl için sobaya girecek kadar küçük kırılan kış odunlarının odunluklara ip gibi dizilmesi kış hazırlıklarımızdan aklımıza gelenler… Bu günlerde Darende’miz de bir kış hazırlığı temaşası var, bereketli olsun ağız tadıyla sağlıkla tüketin inşallah.

Son yıllarda doğal ürünler söylemi moda oldu… Neyi sorsak doğal diyorlar, mevsiminde büyümeyen hiçbir ürün doğal değildir.  Kışın ortasına domates, biber, salatalık yiyenler ne yediklerini bir kez daha gözden geçirsinler.  Kurutulmuş ürünlere dönme vaktimiz çoktan gelip geçiyor bile... Her sebzeyi kendi sezonunda yemenizi rica ederek sağlıklı günler diliyorum...