Prof. Dr. Kadir Özköse


AHİRETE HAZIRLIK GÖREVİ

Mana erleri zamanı aşan kıymetlerdir. Hak Teâlâ anın kıymetini bilenleri asırlara meydan okutur.


Mana erleri zamanı aşan kıymetlerdir. Hak Teâlâ anın kıymetini bilenleri asırlara meydan okutur. Çağımızın bu asil simalarından biri de Darendeli Osman Hulusi Efendi (k.s.)’dir. Ömrünü Hakk’ın rızasını kazanmak uğruna zorlu mücadelelerle geçiren Osman Hulusi Efendi’nin derdi büyüktü. Davasının ulviliği, derdiyle hemhal olmasını sağladı. Hulusi Efendi dünyayı bir köprü, bir geçit ve bir menzil olarak görüyordu. O asla dünyaya bel bağlamadı. Dünyada rahat etmenin planını hiç kurmadı. Hayatı boyunca koşturmanın, çalışmanın, mücadele vermenin, emaneti hakkıyla taşımanın çabasına büründü. Fani dünyanın hesabını değil, sonsuz âlemin derdini güttü. Ahirete hazırlık yapmanın, ahireti kazanmanın, cenneti ve Allah’ın rızasını kazanmanın mücadelesini verdi.

Osman Hulusi Efendi itidal sahibi, denge ehli, aşırılıklardan uzak bir isimdi. Ahiret yurdunun asıl olduğunu bilmekle beraber dünyayı boşa vermezdi. Dünya ve ahiret dengesini gözetir, dünyanın da ahiretin de sorumluluklarını yerine getirirdi. Birey ve toplum, beden ve ruh, dünya ve ahiret, madde ve mana, iç ve dış onda bir bütündü. İmtihan yurdu olarak gördüğü dünyâ hayatını fırsata dönüştürür, ahireti kazanmanın imkânı olarak değerlendirirdi. Dünya ve ahiretin gereklerini yerine getirmekle birlikte, değer vermek bakımından o, tercihini ahiretten yana kullanırdı. Hayatı boyunca bir köşeye çekilip inziva hayatına kendini kaptırmadı. “Halvet der encümen” prensibiyle halk için Hak ile beraber olmaya gayret etti. Osman Hulusi Efendi o tatlı sesiyle bizlerle halen sohbet edercesine seslenip;

Ey gönül hâk idi aslın sen yine hâk olagör 

Derd-i Hakk ile yanuban cümleden pâk olagör 

der. Bizleri aslımızı bilmeye davet eder. Aslımız topraktır. O halde toprak gibi sade ve tevazu sahibi olmamız gerekmektedir. İnsan tevazu sahibi oldukça yükselir. Tevazu sahibi olmak insanı payidar kılar. Toprak ilahi emre ram olmuştur. İlahi takdire bende kılınan toprak kendisinden bekleneni aşk ve şevkle yerine getirmektedir. İlahi takdirin her bir hükmüne razı olmakta, gökten geleni kabul etmekte, yağan yağmura, düşen kar ve doluya itirazı bulunmamaktadır. Esen rüzgâra, kopan fırtınalara, kavuran sıcaklıklara, yazın hararetine, kışın şiddetine aldırmadan içinde sakladıklarını muhafaza etmektedir. Toprak her an Hakk’ı tesbih etmekte, teshir kudretine teslim olmakta, vazifesini aşkla yapmaktadır. İnsanın da toprak gibi dış şartlara aldırmadan içindekini dışarı sızdırması, sahip olduğu imkânları açığa çıkarması, kendine yakışan tavrı sergilemesi, toprak gibi ilahi hükme bende olması, ilahi kudrete kendini amade kılması gerekmektedir.

Aslımız toprak olduğu kadar sonumuz da toprak olacaktır. Hepimiz toprağın bağrına konacak, bedenimiz toprak olacak, toprağın içerisinde karışıp toprağın bir parçası olacağız. Zorunlu ölüm gelip çatmadan ihtiyari ölümü tecrübe etmeliyiz. Toprak olmadan önce toprak gibi olmalıyız. Toprak hasleti şiarımız olmalı, toprak gibi sadeliği şiar edinmeli, toprak gibi vazifesine müdrik konumda bulunmalıyız.

Toprağın tevazu ve teslimiyet özelliği yanında bir de temizleyici olma özelliği vardır. Toprağın üzerine ne atılırsa toprak onu asimile eder, kendine dönüştürür, aykırı ve bozuk olanları eritir, faydalı ve yararlı bir nesne haline getirir. Berbat kokuları giderip kendi kokusunu kazandırmaya çalışır. İnsan toprağa benzemeli. Etkilenen değil etkileyen olmalı. Edilgen değil etken olmalı. Şerde değil hayırda öncü olmalı. Kötülükte değil iyilikte karar kılmalı. Sağa sola savrulan değil yerini bilen ve kendini koruyan olmalı. Temiz olmalı, temiz kalmalı, temizleyici olmalı, kir ve pasları gidermeli, arındırmalı, pak kılmalı, tiksindirici değil iç açısı bir koku vermeli. Yağmur sularıyla ıslanan toprağın buram buram güzellik kokması gibi insan da ilahi lütuf yağmurlarını alıp etrafına neşe ve güzellik saçmalı. Toprak olanların Âdem kıvamına ereceklerini şiirin devamında Osman Hulusi Efendi ne de güzel ifade eder:

Sana cân u dil verüben ismini Âdem koydu 

Nefsini katl eyleyüben kurb-ı levlâk olagör 

İnsan sadece maddesiyle değil manasıyla, sadece bedeniyle değil ruhuyla, sadece görünüşüyle değil özüyle de insandır. İnsanın ruh ve nefis gibi iki farklı güç ve imkânı vardır. Bu iki farklı güç aralarında çekişip durur. Her ikisi de kalbe hâkim olmanın derdini güder. Ruh her türlü pozitif imkânlara sahipken nefis olanca negatif niteliklere bürünmüştür. Nefsin kontrol edilip ruhun egemenliğini kabul etmesi gerekmektedir. O nedenle ruhun asaleti korunmalı, ruhun dinamik gücü bedenin her zerresine sirayet etmeli, nefis de ruhun kontrolüne girmelidir. Terbiye etmek, ıslah etmek, arındırmak, mücâhede kılmak, riyazet yapmak, hayırla meşgul olmak, dizginini ele almak suretiyle nefis, sonunda hizaya gelir. İnsanı tüketen, insanı savuran, insanı helake sürükleyen, insanı heba eden ve insanı kötülüklerin adresi kılan nefis, zamanla Rabbine itaat eden, arı, duru ve pak hale gelen, vazifelerini idrak eden, ruhani yetilere sahip olan bir varlık konumuna gelebilir. Osman Hulusi Efendi asla yolculuk yapabilmek için nefis hengâmesinden kurtulmayı, nefsin esiri haline gelmekten azade olmayı telkin buyurmaktadır. Nefis en büyük perdedir. Cemâlullahı seyre dalabilmek, ilahi rızaya erebilmek, ayaklarımızla toprağa basabilmek, sabitkadem olup istikamet sahibi olabilmek, uzun ince yolculuğumuzda hedefi şaşırmamak, ruhumuzun asaletine sahip çıkıp otoritesini koruyabilmek için nefsimizi “levlâk” sırrını anlamaya hazır kılmak zorundayız. Arınmadan arıtamayız, durulmadan arı duru ve pak kılamayız, gayret etmeden menzil-i maksuda eremeyiz. Azim, sebat, asalet, taharet, arınmak ve idrak etmek gerekmektedir. Temizlenebilmek ve temizleyebilmek için dünyevî endişelerden kurtulmak gerekmektedir. Osman Hulusi Efendi şiirin devamında bu gerçeği şöyle dile getirir:

Şugl-ı dünyâdan arıt içini hîç çekme elem 

Nâr-ı aşk ile tutuşup sînesi çâk olagör 

Müslümanın dünya hayatı baştan sona fıtrata yolculuk çabasıdır. En onurlu mücadele fıtratı koruma ve fıtrata sahip çıkma mücadelesidir. Ebedi âlemin ehemmiyetini idrak eden sonsuzluk yolcusu için nefsin perde oluşu gibi dünya sevgisi de büyük bir engel oluşturmaktadır. Dünya bir tatmin yurdu değil bir imkân ortamıdır. Dünya sonludur, sınırlıdır, gelip geçicidir, eksik ve kusurludur, oyun ve eğlencedir, elem ve ıstıraplarla doludur. İnsanın fıtratı sonsuzluğu, ebediyeti, güzelliği, kemali, kalıcılığı, gerçeği ve hakikati, mutluluğu ve huzuru arzulamaktadır. Sekînete ermek, huzur atmosferini yakalamak ve tam bir insanlık kıvamına ermek için aşka tutulmak, aşk ateşine pervane olmak, aşk ateşiyle yanıp kavrulmak gerekmektedir. Temiz olmanın ve temizleyici hale gelmenin yolunu nefsin kirlerinden arınmak olarak belirtmiştir. Bu beyitte Osman Hulusi Efendi bize toprak ve su gibi ateşin de temizleyici özelliğine dikkat çekmektedir. Arındıran, damıtan, eriten ve temizleyen en özge ateşin ise aşk ateşi olduğunu söylüyor. Dünya kederlerini dağıtacak, dünyevi ıstıraplardan bizleri kurtaracak, dünyanın gelip geçici hazlarından sıyrılmamızı sağlayacak yegâne ölçüt aşk ateşidir. Aşka koyulmak; asalete bürünmek, arınmayı sağlamak, kayıtlardan kurtulmak, özgürlük deneyimini gerçekleştirmek ve hayatı yaşanır kılmaktır.

Aslımızın toprak olduğunu hatırlatan, bizleri aslımıza yolculuğa davet eden, toprak gibi mütevazı ve teslimiyet sahibi olmayı öğreten, toprak gibi temiz kalmayı ve temizleyici olmayı hatırlatan, fıtratımızdaki temiz dokuyu bozan nefisten ve dünya cenderesinden kurtulmayı öğütleyen Osman Hulusi Efendi, insan-ı kâmil olmanın zorlu ve onurlu bir mücadeleyi gerekli kıldığını söylemektedir. Bu yolda sabır, gayret, azim, çaba ve Allah’ın rızasını kazanma hassasiyetinin ne denli önemli olduğuna şiirin devam eden beytinde şu şekilde dikkat çekmektedir:

Sabr edip Hak’dan gelen cümle belâya râzı ol 

Dostdan ihsândır deyüben ehl-i idrâk olagör 

Gülü seven dikenini katlanır. Cennet yolu zorludur. Başarıların önünde büyük risk alanları bulunmaktadır. Hayat iniş ve çıkışlıdır. İmtihan dünyasında her an yeniden ve daha güçlü imtihanlarla sınanmaktayız. İmtihan sürecinde terlemek, yorulmak, uykusuz kalmak, aç ve susuz olmak, tırmanmak ve mücadele etmek esastır. Rehavet, atalet, kendini salıvermek, boş vermişlik duygusuna kapılmak, umursamaz edaya bürünmek mücahit ruhlu Müslümana asla yakışmaz. Kahrı da lütfu da güzel olan Allah’tan gelen her neyse ona Müslümanın rıza göstermesi esastır. Belalar yağmur gibi yağsa da İslâmî kıvama ermek pahasına Müslüman dik duruşunu sürdürür, engelleri aşar ve zorlukları bertaraf eder. Dağlar ne kadar yüksek olursa olsun yolların üzerinden geçtiğini herkes bilir. Hayatta insana en fazla huzur veren durum başarıya tırmanırken duyduğu hazdır. Kulun yegâne dostu Hz. Allah’tır. Kul olarak Hakk’ın takdirine itirazımız, Rabbimizin hükmünden rahatsızlığımız, Yaratıcımızdan gelene reddiyemiz olamaz. O halde Hulusi Efendinin dediği gibi Cenâb-ı Hak'tan gelen her türlü belaya sabretmeliyiz. Başımıza lütuf ve kahır cinsinden ne geldiyse bütün bunların Allah’tan geldiğine inanmalıyız. O’nun lütfunu da kahrını da bir görmeliyiz. Nimetlerine şükür, imtihanına sabretmeliyiz. O’nun bize kaldıramayacağımız yükü yüklemediğine inanmalıyız. Yükümüzü hafifletecek olan O’dur, olmazları olduran O’dur, zorlukları kolaya tebdil kılan O’dur. Yegane yar ve dostumuz ancak O’dur. O’nunla beraber olduktan ve O’nun varlığını derinden hissettikten sonra ne gam olur ne de keder.

Toprak nice tecellilere mazhar olmaktadır. Toprak nice âyetlere sahne olmaktadır. Toprakta yetişen her türlü varlıklar, toprakta görünen her türlü değişim ve gelişimler birer esma tecellisidir. Âlem bir kudret aynası, varlıklar dünyası bir bütün halinde ilahi hakikatler serencamıdır. Varlık âleminin bir parçası olan insanın kendini bu varoluş seyrinden yoksun kılması ne büyük gaflet ve ihanettir. Aslının toprak olduğunu ve sonunun da yine toprak olacağını, kendinin topraktan ibaret olduğunu bilenler sabır ve metanet yolculukları sonucu serapa ayna kesilirler. İlahi isimlerin bir bir tecelli edeceği insanlık aynasının parlaklığına Osman Hulusi Efendi şiirinin devamında şu şekilde dikkat çekmektedir:

Kendini mir’ât kıl tâ kim tecellî ede Hak 

Kendin idrâk eyleyenler ile derd-nâk olagör 

Âlemde hiçbir şeyin varlığı kendi başına değildir. Mevcut varlıkların her biri Allah’ın eseri ve kudretinin tecellisidir. Allah’ın isim, sıfat, fiil ve zat tecellisi âlemde varoluşun ana sebebidir. İnsanın en merkezi organı kalbidir. İnsan kalbiyle cihanı kuşatır. İnsanın gönlü sonsuzluğa açılan bir penceredir. İlahi lütuf yağmurları gönül âlemine yansımak ister. Yeter ki gönül Hakk’a aşina ve açık olsun. Hakk’a yönelen gönüller Hak’tan beslenir. Hakk’a nazar eden gönüller Hakk’ın güzelliklerine sahne olur. Tecelliler her an yenilenir, her an yeni bir yansımayla gönül aynası parlar ve cilalanır. Gönlü köreltmemek, gönlü kuraklaştırmamak, gönlü yoksun kılmamak gerekir. Gönül suyu gözyaşlarıyla dışarı akmalı, gönül sancısı salih amellerle cûş u râha gelmeli. Aslının toprak olduğunu bilenler gönül aynasını cilalarken varlık defterinden okuyanlarla beraber hemhal olmalı. İnsanın düşüp kalktıkları, beraber olup birlikte yol aldıkları kâmil insanlar olmalı. Dünya imtihanını kazanmamız kiminle beraber olduğumuza bağlıdır. Üzüm üzüme baka baka kararır. Kalbin cilası bulunulan ortamdan elde edilir. Beraber olduklarımızın hâlet-i ruhiyeleri ya kalbimizin nurunu söndürür ya da kalbimizin ışığını güçlendirir. Gönül aynasının işlevselliği güzellikle yoğrulmuş insanlardan alacağımız katkıya bağlıdır.

Fıtratı koruma mücadelesi, toprak gibi asil olma derdi, kirlenmeme, tükenmeme, aldanmama, savrulmama, Hak’tan uzaklaşmama hassasiyeti ancak dirilişle mümkün olur. Her an ölüp ölüp dirilmeliyiz. Ten boyutunda ecel boynumuzu bükmeden önce ölüm gerçeğini derinden hissetmeliyiz. Bedenimizin ölüp toprak olmasından önce kötü hasletlerimizden bir bir kurtulmalıyız. İşte bu gerçeği Osman Hulusi Efendi şiirin devam eden beytinde çok daha açıklıkla şu şekilde beyan kılmaktadır:

Ölmeden ön ölmek olsun dâim arzun ey gönül

Nefs ü şeytânın elinden çeşm-i nem-nâk olagör

Sonsuzluk erinin en önemli hassasiyeti murakabe ve muhasebe dersleridir. Her an kendini ilahi mihenk terazisinde tartmalı, ayıplarını ve kusurlarını bilmeli, günahlarını ve kabahatlerini görmeli, kendini iman serüveninde kemale erdirmeli, ibadetlerine güvenmemeli, yapıp ettiklerini ve sevaplarını yeterli görmemeli, iyiliğe doymamalı, başarıya susamalı ve asla nefsine paye vermemeli. Nefis ve şeytan gibi amansız iki düşmanımız var. Her an bir fitne ve desise ile bizi Rabbimizin yolundan alıkoymaya çalışan desiseleri var. Murakabe ve muhasebe eğitimiyle kendimizin muhafızı, irademizin hâkimi, davamızın sahibi olmalıyız. Nefsimizin kötü huylarından bir bir kurtulup nefsimizi iyiliğe, sevaba, güzel ahlaka ve erdemli davranmaya alıştırmalıyız. Hevâ ve heveslerimizin peşine düşmenin, bitip tükenmek bilmeyen arzularımızın kurbanı olmanın, kötü, çirkin ve günah iş ve işlemlerin semtine uğramanın vebalini düşünmeliyiz. Dostumuzu ve düşmanımızı iyi bilmeliyiz. Tercihimizi yapmalı ve kararımızı vermeliyiz. Bu denli günah yüküyle menzile varamayacağımızı bilmeliyiz. O halde murakabe ve muhasebe dersimizin sonucu olarak oturup düşünmeli, durup dinlemeli, hatalarımızı görmeli, dertlenmeli, gözyaşlarımız sel olup akmalı. İşte Osman Hulusi Efendi’nin önerdiği kurtuluş reçetesi:

Ey Hatîboğlu Hulûsî bezl-i cân et dostuna 

Gülme fânîde anın derdiyle gam-nâk olagör

Hepimiz Allah’a aitiz. Hepimiz O’na döneceğiz. Bir gün mutlaka öleceğiz. Akıbetimiz nur olmalı, sonumuz hayırlı olmalı, çabamız asil olmalı, yarınlarımız umutla dolmalı, içimiz ve dışımız huzura ermeli. Sahte davaların, çıkmaz sokakların, günah semtlerinin, yersiz meclislerin ve insanı tüketen çevrelerin kurbanı olmamalıyız. Bir canımız var, onu da sadece Allah yolunda vermeliyiz. Ölüm gerçek olduğuna göre bu gerçeği asla göz ardı etmemeliyiz. Aslımızın toprak olduğunu bilerek toprak gibi mütevazı ve temiz kalmalıyız.