M. Nazmi Değirmenci


Bir güven sorunu var


Akşam karanlığı çökmüş iki gündür devam eden sağanak yağmur hızını, soğukta şiddetini artırmıştı. Arabaların farlarından yansıyan ışıklar,  korna sesleri, Yağmurun kara dönüştüğü soğuk dakikalardı. Karamsar, sevimsiz bir hava, evlerine ulaşmak için telaşla koşuşan insanlar, Balıkçının önünde durdum. Karakaya baraj gölünde tutulmuş aynalı sazanlar, hemen yanında Darende mi, Ayvalımı, sürgümü bilmem havuzda büyütülmüş Alabalıklar, kuzey ülkelerinden Norveç patentli uskumrular, temizlenmiş hamsi, istavrit, mezgit, çinakop, lüfer, kolyoz, tezgâhta. Tezgâhta isimleri asılı, oradan yazıyorum, sorsanız çoğunu tanımam, bilmem, ama kolyozla tanışıklığımız vardır. Ona daha yakından bakıp anılarımı tazelendim. Duygulandım, duygusallaştım. 25 yıl öncesine kuzey doğu Marmara kıyılarına Şarköy gittim.  , Allah mekânını cennet etsin rahmetli emekli yarbay dayımız Abdullah Kösebalaban vazifesi gereği geldiği bu güzel beldede kalmış yerleşmiş, burada önemli resmi görevlerde bulunmuş, belediye başkanlığı yapmış, mütevazı sevecen biriydi.  Kıyıya yakın şirin bir sitede yaşardı. Denize tutkundu, balığı çok sever, küçük teknesiyle haftanın bir kaç günü denize açılır, avlanırdı. Kısa soluklu da olsa Şarköy e gittiğimde dayının tayfası olurdum ve onunla denize açılmayı balık tutmayı özler, dayının teklifini dört gözle beklerdim. İşte kolyozla o günlerde tanıştım.  Kolyoz avlamasını ondan öğrendim, tembihi kulağımdan çıkmaz,  kolyoz çapariye takıldı mı kendini yukarı verir, sen zannedersin ki misina boşta. Kurşun kopmuş gibi bir müddet misinayı boşa çekersin, ama birden ağırlaşır derdi.  Çapariye beş on kolyoz birden takılırdı. Onların oltadan çıkarılması, çaparinin düzenli kullanılması, iğnelerin itinalı sırayla dizilmesi, büyük bir disiplinle yapılır. Hata zaman kaybı olurdu. Teknenin ortasında zıplayan balıklar gözümün önün şimdi. Hele dönüşte tekneyle kıyıdaki sitelere uğrayarak balığın fazlasını taze balık, taze balık, kuzu bunlar kuzu bunlar diye satması, komşulara dağıtması başka bir güzellikti. Şimdilerde o verimli temiz deniz kalmadı, kirletilen bir Marmara var önümüzde. Kıymet bilmeyen yeni bir nesil, siyaset ve rant. Marmara denizi, bir dünya mirası, ama onun kıymetini bilecek toplumsal anlayış maalesef daha gelişmedi. Çevre, kültürel miras, sürdürüle bilir yaşam ilkesi nerede. Dünyada böylesine eşsiz bir güzellik ve zenginlik yoktur, kıtaları buluşturan muhteşem coğrafya. Neyse konuyu dağıtmayalım.

Selam verirken tanıdık balıkçıya, gözüm kapı eşiğinde taburede oturmuş yaşlı kadına takıldı. Başına doladığı atkının arasından aortları çıkmış bir yüz gözüküyordu. Balıkçının verdiği sıcak çayın bardağını, ısınmak adına, sıkıca tutan yıpranmış eller.  Eski bir paltoya sarılmış zayıf bedeni taşıyan, lastik ayakkabının içerisinde, çorabı olmayan iki cılız ayak görünüyordu. Tartsanız otuz kilo geçmez, üşümüş büzülmüş bir yaşlı kadın, yokluk, gariplik, sarmış sarmalamış, Ölüme o kadar yakınki her an kaçınılmaz son yaşana bilirdi. İşte o an her şeyi kafanızda bitiriyorsunuz. Yaşamak ve ölmek arasındaki çizgide aklınızda ne balıklar kalıyor ne soğuk, ne kar, ne yağmur. Bu arada benim gibi, eşiyle balıklara bakan bayanın da dikkatini çekmişti yaşlı kadın, Hele çorapsız ayaklarını görünce panikledi,  sen istediğini al diyerek arabaya döndü. Çok geçmedi ki, eşini çağırdı, avucundaki çorapları yaşlı kadına giydirmesini istedi. Kadın hiç tereddütsüz otomobilde kendi ayaklarındaki çorapları çıkarmış, yaşlı kadına veriyordu. Biraz sonra çoraplar yaşlı kadının ayaklarındaydı. Sanırım ısınan yalnız üşümüş yaşlı kadın değildi, çorabını veren kadının insanlık dolu gönül ısısı etrafı ısıtmıştı. Karşılıksız riyasız vere bilme aşkı ateşiydi bu. Bir insanlık dersini görmüştük. O ayağındaki çorabı verecek kadar merhametli bir anne, hamuru sağlam bir Anadolu kadınıydı,  Çanakkale de oğlunun başını kınalayarak cepheye gönderen anaların kızıydı o. Bir ara gidip teşekkür etmek geldi içimden ama o iç huzurunu bozmak istemedim. Bu güzelliğe benlik girmemeliydi, yapmadım, fakat sizi yetiştiren anne babaya rahmet olsun dedim. Bu samimi duygu, insanlara Allah vergisi bir nasiptir. Mutlu ederken mutlu olmanın tadını alabilme duyusunun kaynağı sevgidir. Sevebilmektir. Bu kaynak insanımızda kurumasın,

 Bu güzel duyguları yaşadığım o günün ertesinde gördüklerim üzücüdür. Bir gün sonra, o yaşlı kadını, aynı hal üzere, kanal boyunda,  insanların yoğun olarak geçtiği bir  köşe başında gördüm, kenardan uzun zaman izledim, yine ayaklar çorapsızdı, sordum, öğrendim ki,  bu yaşlı kadın  duygu sömürüsü tezgâhının bir parçası, diledim ki bu durumu çorabını veren temiz yürekli kardeşimiz, görmesin, o güzel gönlü bozulmasın, güvenimiz merhametimiz kaybolmasın.

Devesiyle giden bir hayır sahibi yolda kalmış yorgun bir bedevi görür, hali perişandır, devesine almak ister. Deveden inip onu terkine alacaktır, fakat bedevi atlar deveye biner, hızla uzaklaşır. Arkadan hayır sahibi kimselere deme, kimselere deme diye bağırmaktadır. Bedevi düşünür bu niye böyle söyledi, merak eder, geri döner ve sorar, neden böyle seslendin. Hayır sahibi. Bunu millete anlatırsan, insanlar duyar, güvenlerini, merhametlerini yitirirler, gerçekten yolda kalanlara, düşkünlere kimse yardım etmez, milletin güveni sarsılır der.

Önümüzde büyük bir güven sorunu var, bu değeri küçük hesaplarla kaybetmek kolay, kazanmak zor. şimdilerde büyük küçük hepimizin dilinde, rahatlıkla söylediğimiz tembihatımız var  ?babana bile güvenme ? bunu atasözü gibi kullanıyoruz, değerleri değişmiş  böyle yetişen bir nesil, varın gerisini siz düşünün.