Abdulhamid YOLCU


Zaferden Değil, Seferden Sorumluyuz


Sayılı günlerin çabuk tükendiği gerçeğini, bir Ramazan-ı Şerif ayı ile bayram günlerinin çabucak bitmesiyle bir kez daha yaşamış olduk. Rabbim tekrar kavuşmayı nasip etsin.

Ağustos ayı bir zafer ayıdır. Büyük Taarruz ve Malazgirt zaferleri başta olmak üzere, Mohaç Mey­dan Savaşı, Mercidabık Zaferi, Otlukbeli Savaşı, Çaldıran Zaferi, Belgrad Zaferi, Kıbrıs?ın fethi gibi tarihimiz açısından çok önemli zaferler bu ayda gerçekleşmiştir. Evet, tarihte bu başarıları kazanan ecdadımızı rahmetle ve iftiharla anmak boynumu­zun borcudur fakat meselenin bir başka yönü daha var; günümüzdeki vaziyetimiz.

Günümüz dünyasındaki durumumuz nedir? Dünya üzerinde yaşayan Müslümanlar olarak içe­risinde bulunduğumuz şartları bir muhasebe etmek zorundayız. Birlikte gözden geçirelim.

İlk tespitimiz; dünyada Hristiyan nüfusundan sonra en kalabalık nüfus biz Müslümanlara ait. Bir buçuk milyardan fazlacayız. Dünya nüfusunun ner­deyse %25?i yani.

İkinci tespit; yaklaşık 50 ülkede Müslüman nü­fus çoğunluktur. Türkiye, Afganistan, Arnavutluk, Cezayir, Bahreyn, Bangladeş, Pakistan, Filistin, Suudi Arabistan, Suriye, Brunei, Mısır, İran, Irak, Ürdün, Malezya bunlardan başlıcaları. Bu ülke­lerden Endonezya 216 milyon kişi ile en kalabalık Müslüman ülkesidir.

Üçüncü tespit; dünya ekonomisindeki payımıza baktığımızda, 2011 verilerine göre, İslâm ülkeleri olarak hissemiz pek iç açıcı değil; %7, yazıyla yüz­de yedi. Peki, Müslüman ülkelerin kendi arasında ne kadar ticaret hacmi var; ortalama %10. Kişi ba­şına düşen gelir ortalaması da maalesef çok düşük; 2.361 dolar. Askeri açıdan nerede olduğumuz ile teknoloji, sağlık, eğitim, çevre ve sanayi bakımın­dan hangi sıralarda bulunduğumuzun tespitini de sizlerin merakına bırakalım.

Müslüman ülkeler arasında saydığımız rakam­ların kötü olmasından daha kötü olan şey; aramızda birlik ve beraberliğin bulunmamasıdır. Irak, Suriye, Doğu Türkistan, Filipinler, Myanmar, Filistin ve birçok ülkede savaşlar ve katliamlar var. Diyanet İşleri Başkanı?nın açıklamasına göre ?Son yıllarda günde ortalama bin Müslüman, maalesef %90?ı Müslüman olduğunu beyan edenlerce, öldürülü­yor.?

Ya Müslüman olmayan güçlerce yapılan sal­dırılara karşı ne durumdayız? Terörü bir politika olarak benimseyen İsrail?in Ramazan ayında yap­tığı soykırımda çoğu sivil ve önemli sayıda çocuk olmak üzere şehit ettikleri Gazze?li kardeşlerimizin durumu karşısında gözyaşı akıtmaktan başka eli­mizden ne geldi? Kardeşlerimize dua ve İsrail?e beddua. Elbette bu da bir görev ve destektir ama yetmez.

Yukarıda sıraladığımız durum tespitleri çok hoş değil, farkındayım. Bu tablonun iç ve dış sebepleri olduğu muhakkak... Hep söyleyegeldiğimiz ?Batı bizi böldü, üzerimizde oyunlar oynadı, bizi birbi­rimize düşürdü? gibi sözler doğru olmasına doğru, ama biz ne yaptık? Ne yapmalıydık? Bundan sonra ne yapmalıyız? Soru budur. Üzerinde düşünmeli ve özeleştiri yapmalıyız. Eksik olduğumuz noktaları, yanlış yaptığımız mevzuları ortaya koymalı ve ted­birler almalıyız.

Tüm bu hususların yanı sıra görünen bir gerçeği de göz ardı etmemek gerek; asla ümitsiz olmamalı­yız. Çünkü öncülüğünü Türkiye?nin yaptığı, mede­niyet perspektifi çerçevesinde, ciddi bir uyanış var. Kim olduğumuzu, tarihteki yerimizi, dostumuzu düşmanımızı, Osmanlı İmparatorluğu?nun varisi olarak taşıdığımız sorumluluğu yeniden tanımlı­yoruz. Kendi konumumuzun farkına varıyoruz. Bu farkındalığın neticesi olarak ekonomik, teknolojik ve savunma sanayisine dayalı bir gelişme içerisin­de olduğumuzu gözlemliyoruz. Bu gelişme aynı zamanda bölgemizde ve Müslüman ülke halkları nezdinde bir liderliğe de dönüşme potansiyeline sahip. Bu ümitvar gelişmeleri yazarken asla günlük siyaset açısından değerlendirmiyorum, tüm görüş­lere saygı duyarak önümüzde duran somut geliş­meleri dikkatinize sunuyorum.

Sonuç itibarıyla; tarihte destansı zaferlere imza atan Müslüman Türkler olarak, geçmişimizle övü­nürken günümüzdeki vaziyetimizi objektif şekilde değerlendirmeliyiz. Bir yandan geleceğimiz için çalışırken de, zaferin biz kulların elde ettiği bir şey değil, Allahu Teâlâ?nın bir lütfu ve ihsanı olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.

Kendisine atfedilen bir sözde ne diyordu Sela­haddin Eyyubi; ?Zaferden değil, seferden sorum­luyuz.?