Medine, şehirleşen, yaşamaya müsait alan olarak da tarif ederken, kültürü; yaşanan sosyal hayatın bütünü diye tarif edebiliriz.
Farabi, ?Medinetü?l Fazıla? adlı
eserinde, şehri canlı bir bedene benzetir. Bu bedenin nasıl ki bir parçası iş
göremez hale geldiğinde sıkıntılar başlarsa, şehri de aynı kategoride
değerlendirir.
?Erdemli, mükemmel şehir; bütün
uzuvları canlı bir varlığın parçaları gibi, birbirleriyle yardımlaşan, tam ve
sağlıklı bir bedene benzer.?
Farabi, yöneticinin belli hasletlere
sahip olmasının gereğini söyler. Bunların en az altısını şahsında toplayan
kişinin o beldeyi, şehri ya da ülkeyi yönetmeye aday olması gerektiğini ifade
eder. Bu özellikleri; ?Bedensel bütünlüğe
ve sağlığa sahip olmalıdır ile başlatıp, yapılması gerekli şeyler
konusunda kararlı ve azimli olmalıdır. Korku ve zaaf göstermemelidir? diye on
iki maddede tamamlar.
Güzel Darende?miz her açıdan yaşanılır
bir beldeye, iyi bir yönetime, modern kent anlayışına daha layık bir
ilçemizdir. Şehircilik anlayışını, kalkınma planları, kentsel dönüşümü ile
büyük bir değişimin içinde olduğunu görmek, hiç de lüks olmasa gerek.
Çarşı merkezindeki, sebze dükkânlarının
çoğunlukta olduğu sıranın yıkılarak,
geniş bir alanın açılmasını sağlayan, ilçenin sosyal dokusuna nefes
aldıran çalışma, şehircilik yapılanması için belki de ilk adımdı. İnsanların
ailesi ile oturacağı mekânlar, bir beldeyi sevimli yapan etkenlerdir. Kendine
ait, sahip çıkacağı alanlardır beldeyi büyük yapan. Dar sokak, bitişik nizamda
sıralanan bir çarşı her zaman insanın ruhunu boğar, yaşama şevkini köreltir.
Birbirine yaslanmış ve aralarında üç?dört metre dahi mesafe olmayan karşılıklı
alışveriş merkezleri, çok da cazip yerler değildir. İnsana ?kal ve beğen? duygusundan
çok, ?bakma ve hemen burayı terk et? diye telkinde bulunan bir yapılanma söz
konusu.
Doğu?yu Batı?ya bağlayan bu güzel
beldenin önce ana yolu, muhteşem olmalıdır. Bir taraftan çok katlı yeni
binalar, aralarda sıkışıp kalmış, tek katlı bahçeli eski yapılar. Birbiri ile
uyumsuz, ahenksiz, bir türlü birbiriyle barışık olmayan yerleşim yerlerimiz.
Mekânlar, adeta kişiliklerimizi yansıtmıyor mu? Tek katlı, ya da iki katlı ev
yapılanması ile müstakil ve hür karakteri, toprakla iç içe geçmiş bir tevazu
anlayışını, çok katlı yapıyla da, yakınlaşmış gibi görünen ama gerçekte
birbirimizden uzak komşuluk ilişkileri. ?Komşuya hatır soran sıra sıra
terlikler, ölçülü uzaklıkta yakın beraberlikler? çoktan bizi terk etmemiş mi?
Tek katlı bahçeli, ya da üç katı geçmeyen,
ilk katı bahçeye bakan, yol boyu mahremiyeti koruyan, komşu evler olmalıdır.
Kapılarındaki tokmak dahi gelenin kim olduğunu bize fısıldayan, ona göre gelen
kişi ile daha ilk karşılaşmada bahçede nahoş bir durum oluşmasın diye, iç içe
geçmiş kapı medeniyetini yaşatmalıyız. Gelen kişi başını öne eğerek içeri
girmeli, önce saygı, sonra tevazu ve en sonun da mahremiyeti yaşatmalıyız bu
yapılarla. Ama bugün öyle mi, en küçük bir darbede iskambil kağıdı gibi yığılıp
kalacak çok katlı sevimsiz yerleşim yerlerimiz. Adeta bizi, beton yığınlarının
içine hapsederek, yönetimi kolaylaştırdığını düşünen sahte elitlerimiz.
Mahremiyetten yoksun şehir planlamacılarımız, maliyet hesabıyla sabahı
yapamayan ucuz taşeronlarımız. Estetiği şehir hayatımızdan çıkaran, medeniyet
müdafisi, sahte bilim adamlarımız.
Güzel bir örnek: Müftülük sitesinin
yanındaki Sönmezler konağı, yolun sağlı sollu iki tarafını tarihi dokusuyla
adeta taçlandırıyor. Birazda boynu bükük ve yetim duruyor. Etrafının çarpık
şehirleşme ve betonarme yapısı, huzur veren Selçuklu-Osmanlı geleneğinin
estetik yapısına içten içe kafa tutuyor. Bir diğer güzel örnek ise; Ilıcak
ailesinin yaptırdığı, şu anda taziye evi olarak da kullanılan Selçuklu tarzı
mimari yapı. Gördüğümde çok şükür, tarihi değerlere önem veren bir nesil
yetişmiş, demekten kendimi alamadım.
?Şehir ne ise, insan da o? diyordu Sayın
Başbakanımız. ?Şehrin ruhunu koruyalım? diye ısrarla şehir yazarlarına ve
akademisyenlerine sesleniyordu.
Kadim kültürün, insanı her faaliyeti
ile kuşatan cazibesini, modern hayatın kılcal damarları arasında yeniden
yaşatamaz mıyız?