Musa Tektaş


İrfani Abdullah Darendevi


1071 Malazgirt Savaşıyla birlikte Türkler Anadolu`ya akın akın girmeye başlamışlar ve kısa sürede Anadolu`yu bir Türk yurdu haline getirerek Türkiye adını vermişlerdir. İşte bu göç hadisesi sırasında Darende`ye de pek çok göç olmuştur.

Anadolu`da şehir şehir gezerek Sünni İslâm’ı yayan mutasavvıfların Darende dikkatini çekmiş ve kitabî bilgileri aktarmak için Darende`ye gelmeye başlamışlardır. Başta Şeyh Abdurrahman Erzincanî olmak üzere Şeyh Hamid-i Veli ve bugün hayatları hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz pek çok mutasavvıf Darende`ye gelmiştir.  Daha 602/1205 yıllarında Anadolu`ya gelen İbn Arabî’nin 1215 yılında Malatya`ya geldiği ve burada bir yapıt ele alarak Kayseri, Sivas ve Konya`ya gittiği sırada Darende`ye de uğradığı bir gerçektir. Bu ziyaretiyle Darende`de ne gibi bir etki bıraktığı bugün bilinmemekle beraber Vahdet-i Vücud felsefesini yaydığı ise şüphesizdir. H. 650 tarihinde ise bölgeye Taceddin Veli`nin geldiği ve bölge halkının üzerinde mühim rol oynadığı bilinmektedir. Zamanla Darende`de Nakşibendîlik, Halvetilik, Kadirilik ve Ebheriyye gibi tarikatlar etkili olmaya başlamıştır.

Halvetiyye tarikatı ise Somuncu Baba ve Şeyhi Abdurrahman Erzincani tarafından getirilmiştir. Bilindiği gibi her iki mutasavvıf da Şeyh Safuyiddin Erdebilin kurduğu Safaviyye tarikatının Anadolu`daki halifeleridir. Safaviyye tarikatı ise Halvetiyye`nin şubesi olması dolayısıyla hem Somuncu Baba hem de Şeyh Abdurrahman Erzincani`nin tarikatı olmuştur. Bununla beraber her iki mutasavvıfın Safaviyye tarikatına mebsub oldukları da bilinen bir gerçektir. Ama Şeyh Hamid-i Veli`nin (803-1430) Halvetiliği bizzat uygulaması ve kurduğu tarikatında Halvetiliğin bir uzantısı olması her iki mutasavvıfın tarikatının Halvetiyye olduğunu kuvvetle muhtemel haline getirir.  Nitekim Safaviyye tarikatının kurucusu Şeyh Safuyiddin`in intisab ettiği Şeyh İbrahim Zahid Gilani (ö. 705/1305)`de Halveti tarihinde önemli bir yere sahiptir. 

Ebheriye tarikatı da Somuncu Baba`nın tarikatı olup babası Şemseddin Musa vasıtasıyla süluk etmiştir.  Bu sebeple Darende`ye Ebheriye tarikatı da Şeyh Hamid-i Veli vasıtasıyla gelmiştir.

Bahaüddin Nakşibendî (1791/1308) tarafından Buhara’da kurulan Nakşibendiyye tarikatı Darende’ye Şeyh Hacı Mustafa Sükuti tarafından getirilmiştir.  O tarihten itibaren bugüne kadar varlığını sürdüren bu tarikatın müntesiblerinin de azımsanmayacak ölçüde olduğu, burayı bir manevî merkez haline dönüştürdükleri bilinmektedir. Özellikle Darende halkı arasında büyük bir sevgiye mazhar olmuş Hacı Mahmud Efendi`nin bu tarikatın önemli şahsiyetlerinden olması ve Darende Müftülüğünde bulunduğu sırada büyük hizmetlerinin geçmesi, halkın gerek Hacı Mahmud Efendi`ye gerekse de Nakşibendiyye tarikatına karşı olan sevgisinin artmasında başlıca âmil olmuştur. Bu tarikatın geniş kitlelere yayılmasında ise hiç şüphesiz Sivaslı İsmail Hakkı Toprak Efendi`nin yetiştirmiş olduğu Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin çok önemli çalışmaları olmuştur. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin bilge kişiliği, barışçı yönü, insanların gönlüne hitap etmesi de bu tasavvufi hareketin yaygınlaşmasındaki en önemli âmillerdendir. (R. İlkay Karakuş, Osmanlı Dönemindeki Darendeli Mutasavvıflar, Kültür Armağanı, s. 210 vd, Ank., 2002.)

Sosyolog Fatma Sundal, uzman gözüyle şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır:

“Darende’de gündelik hayat ve tasavvuf her zaman iç içe olmuş ve birbirini etkilemiştir. Tasavvuf hiçbir zaman onu yaşayanları pasif ve tembel bir hayata itmemiş, aksine Somuncu Baba’dan feyz alan bu insanlar, onun dediği gibi elinin emeğiyle geçinen, başkalarının elindekinden ümidini kesmiş ihvanlardır. Kendini Allah (c.c)’a adamış olmak, onları gündelik hayatlarında herkes gibi çalışıp kazanmaktan, ailelerinin geçimini sağlayan bireyler olmaktan alıkoymaz.

İslâm’ın üretmiş olduğu değerler sistemi içinde zaten ruhban bir sınıf yoktur; Hulûsi Efendi de bu konuda örnek bir şahsiyettir. Üstelik Darende’de tarıma elverişli arazilerin az olduğu geçmiş günlerde sulamada sıkıntıların yaşandığı, ancak geçimlik ve yarı geçimlik ekonominin hâkim olduğu düşünülürse, Hulûsi Efendi’nin bu ilçeye ve elinin erdiği başka yerlere yapmış olduğu hizmetler daha iyi anlaşılır sanıyorum. Çünkü bu hizmetler, bir can sıkıntısının, boş zaman değerlendirme arzusunun neticesinde değil, bizzat gündelik hayatın ihtiyaçlarından doğmuştur. Bu anlamda o, hepinizin çok iyi bildiği bu hizmetleri gerçekleştirmeye bir ömür adamıştır.

Hulûsi Efendi ve ihvanlarının dünyevî hayattan kopmamış olmasında bir etken de hatimlerin genellikle geceleri yapılmasıdır. Bunu müteakip seher vaktinde sohbete oturulur. Tabii ki ibadettin gösterişten uzak olanı tercih edildiğinden ve seher vaktinin edebiyatımıza kadar girmiş olan sessiz, doyumsuz güzelliği düşünüldüğünden, böyle yapılıyor olabilir. Fakat fonksiyonlarına bakarsak bu tercihler günlük çalışma ve sosyal hayattan alıkoymayış bakımından da önemlidir.”

 

ŞEYH İRFANİ ABDULLAH EFENDİ

a. Hayatı:

18. yüzyılın ilk yarısının meşayıhlarından olan Abdullah Efendi h. 1140/1727 yılında Darende`de doğmuştur. Gerek sülalesi ve gerekse de ailesi hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamakla beraber ilk tahsilini ailesinden alması onun ulema sınıfından bir ailenin çocuğu olduğunu göstermektedir. Böylece ilk tahsilini ailesinden alan Abdullah Efendi daha sonra Hacı Hüseyin Paşa`nın yaptırmış olduğu medresede okumuştur. Bir müddet burada okuduktan sonra Hoca Emin Efendi’den dinî ve Arabi ilimleri de tahsil eden Abdullah Efendi muhtemelen Hacı Hüseyin Paşa`nın Musul valisi iken gönderdiği Fethullah Musuli`den de ders almıştır.

Güçlü bir eğitim alan Şeyh Abdullah Efendi`nin tarikat neşvesini ise kimden aldığı bilinmemektedir. Ancak kaleme aldığı Fevaid`ül Latife adlı eserde onun güçlü bir tasavvuf anlayışının olduğu görülmektedir. Kısa sürede tahsilini tamamlayan Şeyh Abdullah Efendi âlim bir kişi olarak tanınmaya başlamıştır. Dinî âlimlere son derece vâkıf olan Şeyh Abdullah Efendi müverrihliğiyle de ön plana çıkmıştır. Osmanlı Tarihini yazdığı Mesaliküs Salikin adlı eserinde bu gücünü ortaya koymuştur. Şeyh Abdullah Efendi bu eseri Osmanlı Devleti’nin sıkıntılı bir döneminde kaleme almış ve Osmanlı müverrihleri arasında yerini alarak Şeyh Abdullah Darendevî olarak anılmıştır. Hayatı hakkındaki bilgiler son derece az olan Abdullah Darendevî Besmeleyi tefsir etmiştir. Böylece tefsir alanındaki gücünü de gösteren Abdullah Darendevî bu tefsiri yazarken İrfani mahlasını kullanmış ve bundan sonra İrfani Abdullah Darendevî olarak anılmıştır. Bilindiği gibi tasavvufla İrfani, marifet keşf, hadis, ilham, sezgi, manevî ve ruhu tecrübe ile elde edilen bilgi anlamlarına gelmektedir. Buradan da anlıyoruz ki İrfani Abdullah Darendevî bu tefsiri manevî bir ilham sonucu kaleme almıştır. Çocukluğu ve hayatı hakkındaki bilgiler son derece kısıtlı olan İrfani Abdullah Darendevî, Darende`de vefat etmiştir. Hangi tarihte vefat ettiği bilinmeyen İrfani Abdullah Darendevî muhtemelen 1700`li yılların sonlarına doğru vefat etmiştir. Kabri ise Heyketiğinde Beşir tarlasında olduğu bilinmektedir.

b. Eserleri:

İrfani Abdullah Darendevî`nin iki eserini tesbit etmiş bulunmaktayız. Bunlardan Mesâlik-üs Salikin adlı eseri Osmanlı Tarihi alanında olup yaklaşık iki yüz sayfadan müteşekkildir. Diğer bir eseri ise tasavvufî tefsir alanında Besmele tefsiri olan Fevaid-ül Latife adlı eseridir ki onun şöhretinin artmasında başlıca amil olmuştur.  Bunlardan Mesalik-üs Salikin adlı eseri İrfani Abdullah Darendevî h.1184/1770 yılında kaleme almıştır. Fevaid-ül Latife adlı eseri Bursa`da, Ulu Cami kütüphanesinde yazmalar bölümünde kayıtlı olup 254 sayfadır. Mesalik`üs Salikin ise İstanbul Belediyesi Kütüphanesinde yazmalar bölümünde 1184 nolu demirbaşta kayıtlıdır. (Bkz: R. İlkay Karakuş, Osmanlı Dönemindeki Darendeli Mutasavvıflar, Kültür Armağanı, s. 210 vd., Ank., 2002.)