Abdulhamid YOLCU


Sıfıra Çıkmak


Sıfıra Çıkmak

Matematiğin basit kuralları vardır. En temel hesaplamalara dört işlem deriz. Toplarsın, çıkarırsın, bölersin ve çarparsın. Bu işlemlerin de kendine göre kural ve kaideleri vardır. Mesela, sıfır sayısı toplamada etkisiz eleman diye adlandırılır. Hangi sayıya eklersen ekle sıfırı, etkisi yoktur. Anlamsızdır. Çıkarma da öyle. Bir sayıdan sıfırı çıkarırsan o sayıyı bulursun. Sıfır ha var ha yok, çünkü etkisi yoktur. Fakat konu çarpma ve bölmeye geldi mi, işin rengi değişir. Bir sayıyı sıfıra bölemezsiniz, bölmeyi denersiniz de, sonuç tanımsız çıkar. Asıl mevzu herhangi sayıyı sıfırla çarpma mevzusu. Hangi sayıyı sıfırla çarparsanız çarpın, ister 1 olsun bu, ister 1.000. veya 1 milyon, 1 trilyon, farketmez. Sıfırla çarpınca elinizde sıfır kalır.

Bu kadar matematik girişini niye yaptık? Şundan; imtihan alanı olan dünya hayatında elde ettiğimiz manevî kazançları ahirete götüremeden sıfıra çıkartmayalım diye. Burada sıfır neyin sembolüdür? Amelleri, ibadetleri, iyilikleri, sadakaları, çalışmaları boşa çıkartan neyse onun sembolü...Ömür boyunca çalışıp çabalayan, kazanıp biriktiren akıllı bir tüccar servetini bir anda sıfıra çıkartmak ister mi? İstemez. Tam tersine servetini katlamak ister. Manevî kazanç meselesini de, biraz cahil cesaretiyle, buna benzetebiliriz.

Amellerin de çarpanı vardır. Ya sıfıra çıkartır ya kazancı katlar. Bu çarpan maneviyattır. Muhabbettir. Allah dostlarına duyulan sevgidir. Onlarla birlikte bulunmak, onlara gönülden hizmet etmektir. Allah´ın izniyle bu özelliklere sahip olan kişinin mükafatı kat be kat artar. Amellerini bir sayıya benzetirsek, kendisinden çok daha büyük bir sayıyla çarpılmış gibi bir kazanç ortaya çıkar. Kişinin kendisi bile bu duruma şaşırır.

Eğer tam tersine kişide muhabbet yoksa, Allah dostlarına karşı hürmet yoksa, hizmet yoksa, amelleri çok büyük bir sayı gibi olsa bile, sıfırla çarpılmış sayının akıbetine uğrar; sıfıra çıkar. Osman Hulûsi Efendi (k.s.) 1988 yılında umre ziyaretinde, aslen Suriye´li olup, Medine-i Münevvere´de vaizlik görevinde bulunan Seyyid Ömer ile birlikte bir sohbette iken şöyle buyurur: ?Ebu Zer Gıfarî (r.a.) Hazretleri´nin bir kelamı var, ?İbadet-i taatte belin yay gibi olsa (şehadet parmağını bükerek) Ehl-i Beyti sevip hizmet etmedikçe amelin makbul olmaz.? Burada zikredilen kişlerin günümüzde örnekleri çoğlamaya başladı, zaman zaman duyuyor, görüyor, karşılaşıyoruz.

Daha tehlikeli bir durum ise İslâm âlimi kisvesi altında İslâm düşmanlığı yapanların arz-ı endam etmesi ve bir kısım cahilleri peşlerinden sürüklemesi. Bunlar, Ehl-i Sünnet akaidine ve Allah dostlarına, Ehl-i Beyt´e karşı anlaşılmaz bir düşmanlık besleyen nasipsizler güruhu... Buhari´nin, ?Rikak´ bölümünde zikredilen bir hadis-i kudside: ?Allahu Teâlâ Hazretleri şöyle ferman buyurdu: ?Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim...? şeklinde ifade edilen bu kişiler sıfıra çıkmaktan öte, eksiye düşmüş insanlar. Allahu Teâlâ cümlemizi kendi dostları tarafından sevilen kulları arasına dâhil eylesin.