Prof. Dr. Kadir Özköse


Sahabenin Davet Ruhu


 

Ashâb-ı kirâm Peygamber Efendimizin sohbetine iştirak etmiş, onun huzur veren nazarlarına mazhar olmuş, Âlemlerin Efendisindeki güzelliklere şahit olmuş, onu anne ve babalarından, çoluk çocuklarından hatta canlarından biler daha aziz bilmiş, onunla beraber Hak yoluna baş koymuş insanlık abidesi bir nesildir. Peygamber Efendimizden aldıklarını ve onda gördüklerini kendilerinden sonraki nesle aktarmışlardır. İslâm´ı anlamak ve yaşamak onların yegane gayesiydi. Herbiri İslâm´ın sesini duyurmak için her fırsatı değerlendirmiş, İslâm´ın gönüllere sirayetine ve beldelerin İslâmlaşmasına öncülük etmişlerdir. Onların İslâm´a davet sistemlerindeki ana ölçüsü Peygamber Efendimizin ?Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.?[1] ilkesi idi. Cenâb-ı Hakk´ın âyet-i kerimede müjdelediği, ?Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.?[2] hakikatine imanları tamdı. Çünkü onlar biliyorlardı ki, ??Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez??[3] Onlar Allah´ın (c.c.) kullarından istediği şu kıvama ermeyi hayatlarında düstur edinmişlerdir: ?(İnsanları) Allah´a çağıran, iyi iş yapan ve ?Ben müslümanlardanım´ diyenden kimin sözü daha güzeldir??[4]

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), tebliğ hizmetinin önemine dair Hz. Ali´ye (r.a.);

?- Bir kimsenin senin vasıtanla hidayete ermesi, senin için en kıymetli dünya nimeti olan kızıl develere sâhip olmandan daha hayırlıdır.?[5] buyurmuş ve her fırsatta ümmetine de, tebliğ vazife ve mesuliyetini hatırlatmışlardır.

Onlar tebliğ vazifesini ihmal etmenin kişiyi hem bu dünyada hem de âhirette pek çok sıkıntılara sokacağına derinden inanırlardı. Bu hususta Ebû Hüreyre (ra) şöyle buyurur:

?(Ashâb-ı kirâm arasında şu hakikati) duyardık: Kıyamet gününde bir kişinin yakasına, hiç tanımadığı biri gelip yapışır. Adam şaşırarak:

?? Benden ne istiyorsun? Ben seni hiç tanımıyorum ki!´ der.

Yakasına yapışan kişi ise,

?? Dünyada iken beni hata ve çirkin işler üzerinde görürdün de, ikaz etmez, beni o kötülüklerden alıkoymazdın.´ diyerek ondan davacı olur.?[6]

Ancak Peygamber Efendimiz tebliğ vazifelerini sürdürürken, ashâb-ı kiramdan muhataplarının seviyesine göre davranmasını istemekteydi. Konunun en açık örneği Hz. Muâz´ın imametinde gerçekleşmiştir. Muâz bin Cebel (r.a.) kavmine imamlık yapardı. Bir gece namaz kıldırırken Bakara suresini okumaya başladı. Bir adam selam vererek cemaatten ayrıldı, namazını tek başına kılarak çekip gitti. Adama;

-Ey filan, nifak mı çıkarıyorsun? dediler.

?-Vallâhi hayır, Rasûlullâh (sav)´e gidip (Muâz´ın yaptığını) haber vereceğim, dedi.

Efendimizin yanına vardığında:

-Ey Allah´ın Resulü, biz develerle su taşıyan insanlarız. Gündüzleri çalışıyoruz. Muâz bize gelip Bakara suresi ile namaz kıldırmaya başladı, dedi.

Resulullâh Efendimiz, Hz. Muâz´a yöneldi ve:

?-Ey Muâz, sen fitneci misin? Veşşemsi´yi, Vedduhâ´yı, Velleyli izâ yeğşa´yı, Sebbihisme Rabbikel-a´lâ´yı oku!? buyurarak ona kısa sureleri okumasını tavsiye etti.[7]

Ümeyme bint-i Rukayka´nın (r.a.) anlattığına göre, ensârdan bir grup kadın Peygamber Efendimize (s.a.v.) gelip;

?- Allah´a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarımızı öldürmemek, hiçbir zaman iftira atmamak, meşru emirlerinde sana isyan etmemek üzere bey´at ediyoruz,? deyince Peygamber Efendimiz hemen;

?- Gücünüz yettiği ve takat getirebileceğiniz hususlarda!? buyurdu.

Bu şefkat ve merhamet yüklü sözü üzerine biz:

?- Allah ve Resulü bize karşı bizden daha merhametlidir, haydi bey´at edelim,? dedik.

Kadınlar, bey´atı musâfaha ederek yapmak istediler. Ancak Allah Resûlü (s.a.v.);

?- Ben kadınlarla musafaha etmem! Benim yüz kadına toptan söylediğim bir söz, her kadın için ayrı ayrı söylenmiş sayılır.? buyurdu.[8]

Yine bedevinin biri Mescid-i Nebevî´de küçük abdestini bozmuştu. Sahabiler onu azarlamaya kalkıştı. Bunun üzerine Allâh Rasûlü:

?? Adamı kendi hâline bırakın. Abdest bozduğu yere bir kova su dökün. Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz, zorluk çıkarmak için değil.? buyurdu.[9]

Peygamberimiz Efendimizin dikkat çektiği itidal çizgisinde hareket eden, din anlayışlarında ifrat ve tefritten uzak duran, her zaman istikamet üzere hareket etmeyi şiar edinen ashâb-ı kirâm, o zamanın zor şartlarında Medine´den cihana yayılmış, kıtalar dolaşmış, ülkeler fethetmiş, gönüllere İslâm´ın sevdasını aşılamışlardır. Onları bu kadar kararlı kılan i´lâ-yı kelimetullah davasına sadakatleri, dünyanın alayişine kapılmamaları, basit çıkarların peşinde koşmamaları, Allah´ın rızasını her şeyin ötesinde görmeleri, koşturmalarının karşılığını Allah´ın kendilerine kat kat fazlasıyla vereceğine inanmaları, benlik davasından kaçınmaları, insanları kendilerine değil Allah´ın dini İslâm´a çağırmaları, davet işini de gönüllü gerçekleştirmeleriydi. Onlar¸ bir kişinin hidayetine vesile olmayı¸ dünya ve içindekilerden daha değerli görüyorlardı.[10]

Özetle ashâb-ı kirâm; ?Kaba ve katı yürekli olmama´[11] ilkesini, ?hikmet, güzel bir öğüt ve yerinde bir mücadele´[12] usulünü, ?güzel sözün sadaka olduğu´[13] gerçeğini, ?kol ve kanat gerebilme´[14] hasletini, ?Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ak etsin.´[15] duasını şiar edinen bir öncü nesildi.



[1] Buhârî, İlim 11.

[2] İnşirah, 94/5-6

[3] Bakara, 2/185.

[4] Fussilet, 41/33.

[5] Buhârî, Cihâd 143.

[6] Münzirî, et-Terğîb ve´t-terhîb, Beyrut 1417, III, 164/3506; Rudânî, Cem´u´l-Fevâid, trc.Naim Erdoğan, İstanbul ts., V, 384.

[7] Buhârî, Ezân 60, 63, 66; Müslim, Salât 178.

[8] Tirmizî, Siyer 37; Muvatta, Bey´at 2.

[9] Buhârî, Vudû´ 58; Edeb 80.

[10] Ali Akpınar, ?Tebliğ Ruhu ve Davetçi Sorumluluğu?, Somuncubaba, Yıl: 18, Sayı: 139, Mayıs 2012, s. 7.

[11] Al-i İmran, 3/159.

[12] Nahl, 16/125.

[13] Buhari, Edeb 34.

[14] Hicr, 15/88.

[15] Tirmizi, ilim 7.