Ömer HİDAYET


Milli eğitimimiz ve kültürümüzün ince kodları


                                

Uzağı yakın kıldık

Sevgi mesafesinde

Sevmeyen sevmesinde

Seveni candan bildik(1983)

       65.Hükümetimiz açıklandığında kulağım ve gözüm Milli Eğitim Bakanlığındaydı. Değerli Kültür ve iletişim Uzmanı Nabi AVCI Bey, bu görevi suhuletle ve samimiyetle götürdü. İlk Bakanlığa geldiğinde, nasıl mutlu olmuştum, Mola Kasım mahlası ile yazdığı ironi dolu yazıları, Enes HARMANCI takma adıyla yazdığı iletişim yazılarının, yalın ve sadeliğini hala hafızamda koruyorum. İletişim konuları henüz dindar kesim için mümbit, keşfedilmesi gereken bir alandı. Nabi Bey, bizim için rol modeldi. Akıcı, yalın, tutarlı ve duyarlı yazılar kaleme alırdı. O yıllarda 17-18 yaşlarında yeni yetme gençlerdik. Fikir dünyasında pişmeye çalışan, cebinde çay parası dahi olmayan bir avuç gönüllülerdik. Bizi anlatan, bize umut ve yol gösteren gazete ve dergileri sıcağı sıcağına yutarcasına bir solukta altını çizerek okuyan bir gençlik faaliyeti, bizi mutlu etmeye yeterdi. Bakanlığa ilk atandığında, yaşadığım, kafa yorduğum Milli Eğitim ile ilgili konuları bir dosya şeklinde ?Açık Mektup ? adı altında yayınlamayı dahi düşündüm. Sonra biraz mahcup oldum, zira ulaşılmayan, bize tepeden bakan, elitist dönem bitmiş, bizden olan, bizi anlatan, bizim adımıza icraat edecek bir kadro gelmişti. Moral bozmaya, size söyleyecek sözüm var diye başkalaşmaya gerek yoktu. Nabi Beyin adının, Kültür Bakanı olarak geçince, tam isabet dedim, zaten tam bir kültür adamı, entelektüel donanımı, sevecen tavrı, vakur duruşu ile hizmetleri için şükran duymak gerekir. Bu yolda herkes kıymetlidir, kimse harcanmaz, ancak yeri ve zamanının gelmesi gerekir.

          Yeni Milli Eğitim Bakanımız İsmet YILMAZ Bey ile komşumuz Gürünlü olması dolayısıyla hemşerimiz diye övünebiliriz. Bakanlığımızın gerçekten beklentisi yüksek, memnun edilmesi gereken,  geniş bir kitlesi var. 17 Milyon öğrenci sayısı, 1 milyon öğretmen ve çalışanı, şu kadar sendikalı personeli ile sorunları tartışması, bir kadar da yapılacak işi olan bir kurum. Atamayı bekleyen öğretmen adayları, TEOG ve LYS sınavlarının başarı grafiği, veli ilgisi, ödevlendirmeler, performans beklentisi, maaş karşılı girilen ders yükü, ikili eğitim veren dörtte bir oranındaki okullarımız, İdareci atama yönetmeliğinin sık sık değişmesi, hafta sonu destekleme kursunda yaşanan idareci ve hizmetli konularındaki nisbi sorunlar. Haftalık tutulan nöbetlere verilen ücretlerin amacına uygun olup olmaması, eş durumu tayinleri, İlkokullarda ders bütünlüğü bozulmasın diye altı saat idari görev yapmayan yöneticiler, branşların derse girmesiyle sınıf öğretmenin okulda verilen görevi yapmak şartıyla ücret ödenir denmesi( aynı anda iki kişiye ücret ödeyerek kaynak israfının teşviki)haftalık ders saatlerinin fazla olması(günlük 7,8 ve 9.saat gibi). Buna karşılık altı saat girme zorunluluğu olan branş öğretmeni olan ortaokul ve lise yöneticilerinin arasındaki adaletsizlik. Çözüm bekleyen sorunlardan bazıları. Asla bir felaket ve yangın yerinden bahsetmiyorum, bu kadroya güveniyoruz. Son Yüzyılın kronikleşmiş hayal gibi  olan birçok işlerini çözüme kavuşturdular. Emeği geçen herkese minnettarız. Taş üstüne taş koyanın başımız üstünde her zaman ayrı bir yeri var.Tabiki kimliğimize, kişiliğimize , inanç ve değerlerimize de hizmet etmeyi görev bildikleri için daha da değerli olduklarını unutmayalım.

       Asgari ücretli bir fabrika işçisi, ?Abi TRT´de örtülü bir bayan görmek mümkün mü idi ?diyor? Tabii sorunlar olacak, bizde çözüm bulmaya çalışacağız. İdarecilerin, yöneticilerin, danışmaların, ar-ge çalışanlarının işi bu. Zoru başarmak ayrı bir mutluluk ve dua kaynağıdır. Anadolu insanı vefakârdır, yeter ki gönül teline dokunmasını bilelim. Birde unutulmasın, Milli Eğitim Bakanlığı, uzun vadede sonuç alınacak bir kurum. Çevre ve Şehircilik yada Sağlık alanları gibi sayısal veriler söz konusu değil. Burası,  İnsana yatırım yapan, uzun vadede sonuç alınacak bir bakanlık. Bilinen Çin atasözünde ?Bir yılı hedefliyorsan pirinç  yetiştir, on yılı düşünüyorsan ağaç yetiştir, ama yüzyılı hedeflemişsen insan yetiştir? der.

     Son otuz yılın bizde bir geleneğidir. Geçmişte merkez medya, kişisel çıkarları için zaman açık mektup yada başyazı başlığı altında yazılar kaleme alırdı. Kendilerince   ?Açık Mektup? yöntemi ile yöneticilere seslenme sanatı geliştirirdiler.  Bir tür Ahmet Vardarvari işin içine girdi. Rahmetli oldu zannediyorum, doksanlı yıllarda Sabah gazetesinde Köşe yazısı kaleme alan bir yazar büyüğümüzdü. Bürokratlara seslenir, nazik ve kibar bir şekilde onların kulağını çeker, 15.Karayolları müdürü gelirsem diye tatlı, babacan bir uslumu vardı. Falan genel müdür, falan müsteşar yardımcısı, yada falan sorumlu diye başlayan hitap tarzı geliştirmişti. İyi mi oldu, etkili oldu mu bilmiyorum. Zannediyorum, kendisi emekli başkomserdi: Birazda meslek disiplinin üzerindeki etkisi olsa gerek böyle bir tarz kullandı. Sayın cumhurbaşkanımızın, İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde basın karşısında kıran kırana verdiği mücadele bizim için yüreğimize soğuk suların serpildiği yıllardı. Tayyip Bey konuştukça kendimize güven gelirdi,  kim olduğumuzun ve ne olmamız gerektiğini anlardık. ?Sevda Kuşun Kanadında? TRT dizisinde en ince detayına varıncaya kadar o yıllar anlatılıyor. Dışlanmış, ötekileştirilmiş, ağza alınması o günler için suç olan isim ve olaylar ustalıkla ele alınıyor. Allah Dostu kişiler, şair ve mütefekkir Necip Fazıl rolünü oynayan kişi ne kadar da gerçekçi olmuş. Hele yüzündeki tik ifadeleri Üstadı ancak bu kadar gerçekçi yansıtırdı. Birde rahmetli Üstadın, ?Ya hep ya hiç, Ya ol ya öl? gibi mükemmeliyetçiliğini bilinler bilir. Rolünü iyi yapamayanın, sahneden kolundan tutup atılmayı dahi göze almalı derlerdi Büyük Doğu fikriyatının öncü kişileri. Değerli yönetmenimiz, Mesut UÇAKAN beyi yürekten tebrik etmek gerekiyor. Bazen bu alanın ilgilisi sorardı,  ?Türkiye´de, donanımlı, fikir sancısı çeken, sinemayı sanata çevirmeye çalışan, vaaz kültüründen, telkin sanatına doğru ustalıkla geçişini sağlayan, yerel ve milli duruş sergileyen yönetmenlerden kim var? diye sorduklarında ?En başa Mesut UÇAKAN´ı  koyun sonrasını sıralarsınız? derdim. Hatta benim için yönetmenimiz deyince aklıma, seksenli yılların sonunda TRT´ de yayınlanan, Kültür yozlaşmasının anlatıldığı, kültür aktarımının mümkün olmadığını anlattığı dört bölümlük? Kavanozdaki Adam ? dizisi gelir. Ahmet MEKİN, entellektüel bir yazarı oynuyor, sonrasında kan davasından ölen birinin beyni nakledilir. Yazarımız bedenen  münevver  ; ancak konuşmalar ve düşünceler kan davası ile yanıp tutuşan çift kimlikli biri.. Tanzimat sonrası aydınlanma faaliyeti sonunda, Doğu ve Batı arsında sıkışıp kalmış, ne doğulu kalabilen, ne de batılı olabilen bir yoz kültürden bahseder, bölüm boyunca ..Bugün sokağa çıksanız, sinemaya ve sanata ilgi duyuyorum diyenlere mikrofon uzatsanız acaba  kaçının hafızasını süslemektedir, merak ediyorum. Hani bazen iddialı konuşmak gerekiyor, diziyi çeken kameran yada sanat yönetmedi dahi unutmuş olabilir mi? diyesim geliyor. Zira son yirmi yılda, bu dizi ile ilgili hiçbir yerde olumlu yada olumsuz bir eleştiri okumadım.

         Her yenilik bir umut ve heyecan verir. Her kadro, yeniden yürüyüşün ve soluklanmanın adı olsa gerekir. Her zaman gelen umut, giden hüzün verir. Gönül dostu Es-Seyyit Osman Hulusi Efendi, Hacı Naciye validemiz ile Tohma´yı seyrederken, ?Hacı valide, Giden hüzün verir, sen gelene bak, o umut ve heyecan verir? yollu bir ifade kullanır. Sayın Cumhurbaşkanımız noktayı koydu ?Siyasette azmi ve gayreti olan herkes değerlidir? yeter ki herkes kendisine verilen işi layıkıyla yapmaya çalışsın.