Cemil Gülseren


DİP BUCAK


Bayram önceleri evlerimizde bir telaş olur ya hani; alışveriş, eksik gedik, tertip düzen, temizlik. Ne varsa bir gözden geçirilir. Şöyle adam akıllı dip bucak elden geçirilir. Herkes işini bilir, ne yapacağını da. Tatillerin bittiği, okulların açıldığı bu zamanlarda da benzeri bir  çalışma bizi bekliyor.

                Ev bizim iç dünyamızdır. Evin içi huzurdur. Ev koruyucudur. Ev dışarıdan kaçıştır. Ev yalnızlığımızdır. Ev sığınağımızdır. Evinde ağlarsın, alınırsın; düşünürsün, yaşarsın, yaşlanırsın. ( Bu arada yaşlılıkla ilgili bir düşüncemi de belirtmeden geçemeyeceğim: Her can ölümü tadacaktır. Amenna lakin her can yaşlılığı tadamayabilir. Yaşlılığa bir de bu pencereden bakabilirsiniz. Siz siz olun yüzünüze :?Çok geçirmişsiniz .? diyenlere,?Sen de geçirsen keşke .?diyebilirsin. Yıllar niye geçiyor? Kim durdurabilmiş ki? Takvim yapraklarını koparmasan da günler aylar gelip geçiyor zaten.)

                Evin dışarısı mı? Toplumdur, çokluktur, ağyârdır, eldir, yabandır, yabancıdır. Dışarıda kırılırsın, gülersin el için, ağlarsın kendin için, oynarsın oyun için, kazanırsın, kaybedersin.

                Ağustos ayının son günlerinde Türkiye´de Kerpiç Şehrin Başkenti Balaban´da doğduğum evin etrafını- anılarımı canlandırmak duygusuyla- dolaştım. Sadece ?Sırt´a bakan duvarı kalmış. Ev yerle yeksan. En çok da sufa (sofa. < Ar. Suffa) gözümün önüne geldi. En sıcak yaz sıcağında bile yün yorgana sarılıp yattığımız sufanın yüksek tavanına yakın iki küçük takadan yatık gelen ışık içerisini loş ve serin tutmaya yetiyordu. Kerpiç duvar, toprak dam, kalın hezenler yanında duvar boyunca dizili yataklar, duvarda bir yaban geyiği postu benim bildiğim hiç değişmeyen duvar dekoruydu. Raflarda bakır sahanlar, çirtikli tencere ve tabaklar  (Şimdi kimbilir neredeler?!...) O eski günlerden eser yok şimdi. Sufadan geçilen, sırta açılan kapıları olan  dip taraftaki oda ve yavru sandık odası gömme dolaplarda alet edevatlar, tavanda da kurutulmuş kemikli etlerin sallandığını hiç unutamam. Oda da, ortam da o kadar sessiz ve sakin ki . Sade huzurdu sadece huzur. Yıkılan sadece kerpiç evler mi sanırsınız? Yavru sandık odası dedim de içinde olanları söylemedim. Olur mu? Orada rahmetli dedemin at koşum takımları, gem, palan, kolan, belleme vb? bulunurdu. Ata ne kadar değer verildiği belli değil mi?

                Ev sokağı ile, sokağında komşusu ile var ise evdir. Dört duvardan ibaret değil şimdikiler gibi. Hep denir ya: ?Komşu komşunun külüne muhtaç.?  Küldür közü muhafaza eden. Kül deyip geçmemek lazım. Değeri yok ama olmazsa o dahi komşudan istenir.  Söz böyle böyle komşu hakkının imgesi oluyor. Doğalgazla büyüyen nesil közü de bilmiyor külü de. Komşuluk mu? Sizlere ömür.

                Ev mahalleli ile evdir. İçli dışı olduğun  komşular, aidiyet hissettiğin bir mahalle sana hem güven verir hem de görev. Mahallede kim hasta, kim yaşlı- muhtaç, kim engelli, kim dul-yetim bilmek yetmez, korumak ve kollamak de asli görevdir. Düğüne gider oynar, ölüye gider ağlar. Mahalleli olmak böyle bir şeydir. Mahalle bitmemeli. Mahalle hayatını bitirmek isteyen batıdır. O hayatı yeniden idame ettirmek zorundayız. Batı´dan gelen ?site´ bizim mahallenin yerine ikame ediliyor. Buna hepimiz de destek veriyoruz. Site, kapitalizmin imgesi. Birbirinden kopuk, birbirine fiziken çok yakın ancak ruhen ve manen o kadar da uzak. Sözün kısası mahalle biterse biz de biteriz. Tanzimattan beri bizi yok etmeye çalışan Batı Medeniyeti / Kültürü bizim dayanışmamızın, birliğimizin, dirliğimizin çimentosu olan mahalleyi bitirmeye çalışıyor. Durum ortada. Mahallenin muhtarı var devleti temsilen, hocası var danışılan, camisi var buluşulan, kahvesi  var konuşulan, çeşmesi var ayak üstü göz göze gelinen, bakkalı var emanet anahtar bırakılan. Çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla mahallenin bir kültürü var. Mahallenin delisi bile olurdu zararsız ama sözleri ile bizleri düşündüren. Mahallede yardımlaşma en üst düzeyde, yoksulluk ise en alt seviyede. Koskocaman şehirlerde neden sıkılırlar büyükleriniz anlamaz mısınız? ? Beni köyüme götürün.? demelerinin ne çok sebebi var oysa. Onlar için evlerinin önü, bahçelerinin kıranı, konu komşu ile birlikte çaya oturdukları, yarenlik ettikleri yerlerdir. İki insan görüp, iki kelam etmek ne saadettir bir bilsek. Evimizin kedisi Pufucuk bile çıkamadığı, oynayıp zıplayamadığı sokağı pencerenin camından seyretmek lüksünden bile mahrum. Ara sıra hırsla bıkmadan camı pençeleriyle tırmalaması yok mu? İçiniz parçalanır. Mahallenin kedisi bile mutlu.