Ömer HİDAYET


Çıktım erik dalına


 

                                                         Çıktım erik dalına

 

?Çıktım erik dalına anda yedim üzümü bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu ?

Yunus Emre

          Erik, üzüm ve koz metaforunda yoğrulmak

     Yunus Emre hazretlerinin zahir batın ikilemini anlattığı sanat dolu bir beyti etrafında tedailer(hatırlatmalar) yakalamaya çalışacağız. Bin dokuz yüz seksenli yıllar, imama hatip lisesinde öğrenciyiz. İslam sanat ve estetiğini anlamaya çalışıyoruz. Yakın tarihimizden bulduğumuz değerlerimizi hıfzetmeyi en büyük görev kabul etmişiz.  Felsefe deyince, batı dünyasının fikir gelişimini anlıyoruz. İslam dünyasının, büyük fikir ve sanat adamı çıkarmamasını genel hatları ile anlama telaşı içindeyiz. Tanzimat yapılanmasını, siyasette, iktisatta, kültür ve sanat politikalarında yaşanan zik zakları öğrenmeye çalışıyoruz.

       Şiirde, Mevlana, Yunus Emre, Fuzuli, Nedim, Baki üstatların mısralarında her okuduğumuzda farklı tadlar keşfettiğimizi henüz idrak edecek yaşta değildik. Anlamadan hayranlık deryasında kulaç atıp duruyoruz. Henüz bıyığı yeni terlemeye başlamış, ele avuca sığmayan fikir haytalarıyız. Çıkan dergi ve gazeteleri yutarcasına solukluyoruz. Doğru düşünce ve gerçek İslam nasıl öğrenilir, ruhi açlık içindeyiz. Büyük Doğu, Mavera, Sebil, Çatı, İkindi yazıları, Diriliş, Yönelişler dergileri elimizden düşmeyen vefalı dostlarımızdı.

         Dünya ahiret dengesi önce dergilerde yaşandı

      Günümüz şair ve düşünce insanlarının yazdığı ve konuştuğu hiçbir şeyi atlamıyoruz. Necip Fazıl, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu gibi fikir adamlarımız, âdete yolumuzun kaptan kılavuzları oluyordu. Mustafa Kutlu, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu abiler, gençliğimizin fikir şehrayinleri idi. Şehrin yalnız kaldırımlarında aheste aheste yürürken, içselleştirdiğimiz, gece yarılarına kadar konuşmaktan yorulmadığımız rol model değerlerimizdi. Bazen, kendi ailemizin fertlerini unuttuğumuz olur da, içimizi ve gönlümüz süsleyen şair ve yazarları ailemizden öte sever ve tanırdık. Öylede olmalıydı. O günlerde kitaplardan başka sığınacağımız bir liman ve dost yoktu. Hayata hazırlanacağımız mekânlar ve okuma imkânları sınırlı idi. Ödünç kitap alıp vermeyi, otuz kıratlı elmastan daha değerli bulur, itina ile takas ederdik. Yeni çıkan bir dergiyi koltuğumuzun altına alarak, cadde boyu sohbete tutuşurken, derdi olan biz gençliğin, yürüyüş ritimleri zavallı yüreğimizde çoktan başlamış olurdu.

         Küçük akıllardan büyük kelam

      Bir gün sınıfa girdiğimizde, bir arkadaşımız Yunus Emre´nin, bu beytini tahtaya yazmış okumaya çalışıyordu. Alttan okuyor, olmadı yandan okuyor, hazret burada ne demek istemiş diyor, içinden çıkamayınca topu bize atıyordu. Yanımdaki arkadaş bağ bahçe işlerini iyi bilen biriydi. Bunda anlamayacak ne var dedi. Erik dalı büyümüş, yandaki üzüm dalına yetişmiş, hazret ise çıktığında ekşi olan eriği değil de, tatlı olan üzümü yemiştir diye, biraz telmih, biraz düz bir mantık yürüttü. Biz derhal topa girdik, zahir batın üzerine kafa yoran bir tayfamız vardı. Eriğin ekşi ve sabrı ifade ettiğini, üzümün ise emeğin ve alın terinin karşılığı olana nimetleri içine alan güzellik olduğunu, küçük aklımızla söyledik. Bir tezat gibi görünen ancak dünya ?ukba ikileminin manalarını uzun uzun şerh etmeye çalıştık.

        Tarihte medrese zaviye çatışması tatlı bir şekilde tartışıla dursun, hazret; dünya, ahiret; nefis, ruh; hırs, kanaat dostluğunun nerede başlayıp durması gerektiğini bu sade ve yalın mısraında, bugün bizler yeni yeni anladığımızı düşünüyorduk.

       Erik, ekşidir, bir anlık tadı bize yaşatır ama sonrasında kekremsi bir ağız ve yüz çevirme amelesi ile karşı karşıya bırakır. Gençlik, hırsın ve mücadelenin ben merkezini oluşturursa, üzüm, olgunluk ve kemalet dönemini dillendiriyordu.

           Ruh ve nefis terazisini dengelemek

        Koz, dünyanın kendisini ifade eder. Nefis, azman atın yelelerinde doludizgin koşarken, ruh  kalu bela ile asli vatanını özlüyordu. Koz dediğimiz meyve ise dış sathı, kabuk kısmı bizi dünyanın her türlü itiş kakış arenasında koşturup duruyordu. Ey nefis, eğer yolcunun ağaç altında gölgelendiği gibi dünyayı, geçici bir heves, bir anlık durak, bir mola mesabesinde görmezsen, azman nefis, ekşi erik gibi bir türlü tatlanmazdı. Acısı, önce ağzında, sonra ruhunda tahribata ve susuzluğa neden olur dururdu. Olgunlaşmaz ve çileni çekerek hamlığa devam edersen, asla yenecek olgunluğa gelmezsin diye bize ihtar çekmeyi ihmal etmiyordu. Sözünle, soluğunla çevrene zehir olur, fellik fellik kaçılan bir canavar olur çıkarsın diye bize öğütlüyordu. Anlarsak ve ders alırsak..

        Pirimiz Hulusi Efendinin, Divanı Şerifinde dillendirdiği gibi,? mücerretle meşgul olan ihvanı yaranı, bu dünya yolculuğunda asla avare koymazlar ?kelamı ile müjdeliyordu. Böylece hep bir olgunluk ve dinginlik içinde zinde bir hayat yaşarsın diye asude bir yol çiziyordu. Azın çok, acın tatlı, yokun ise var olan bir kerteye erişecekti. ? Ben bir kulumu seversem, dünya ehline de sevdiririm .?ilahi kelamına mazhar olmanın tarifsiz hazzını yaşatıyordu.

        Ham iken pişiyor ve kanaat makamına ermek için dünya arenasının fani lezzetini ergenlik dönemimizde doyasıya yaşıyorduk.

 

                                          Ömer HİDAYET/Darende Haber Gazetesi/2019