Abdulhamid YOLCU


15 Temmuz en büyük tehlike miydi?


15 Temmuz en büyük tehlike miydi?

Osmanlı Devleti; çözülerek küçülürken, topraklarımız elimizden çıkarken, yedi düvel üzerimize saldırırken Allah-u Teala´nın inayeti ve yardımı ile maneviyat sahiplerinin duaları ile millet ve ümmet büyük bir mücadele vererek İstiklal Savaşı´nı kazandı. 

Sonra tarih derslerinde bize anlatıldığına ve şimdi tartışıldığına göre bazı milletlerin askerlerini denize döktük, bazılarını karada yendik. Nedendir bilinmez, bazıları İstanbul´u işgal etmişken üstelik sessiz sedasız çekilip gittiler ülkelerine. Sevindik.

Sonra bir masa kurdular, adına Lozan dediler, gittik oturduk. Otururken elimizde epey bir toprakla birlikte kazandığımız bir bağımsızlık savaşı vardı. Masadan bir kalktık, sağımızı solumuzu budamışlar; yolunmuş kuşa çevrildiğimizi 100 sene sonra anlamaya başladık. Bağırsak sesimizin yankı yapacağı adalar elimizden gitmiş, sanırsın ki denize dökülen düşman askerleri gidip önceden adaları mesken tutmuşlar. Türkmen illerinin hüzünlü kardeşleri, Musul ile Kerkük yanık bir türkü gibi göğe karışmış.

Devamı daha da hazin.

Lozan´dan sonra, bizi biz yapan ne varsa ya hileyle ya cebirle elimizden koparıp aldılar. Milletin aziz bildiği Osmanlı Hanedanı´nı sürgün ettiler; ölümden beter. Hilafeti ilga ettiler; ümmetin birlikteliğini bozmaya taammüden teşebbüs ettiler. Kılık kıyafetimizi değiştirdiler, ölçtüğümüzü biçtiğimizi farklılaştırdılar. Hele alfabenin Latin harflerine dönüştürülmesi; belimizi kırdı. Tarihsel süreçte biriken kültür mirasımıza bir gecede yabancılaşıverdik. Aslını koruyup, bozuklarını ayırarak devam edilebilecekken, tekke ve zaviyelerin tamamını kapattılar. Ezan-ı Muhammedi 1400 yıldır okunduğu gibi değil, yeni bir biçimde ve Türkçe olarak okutuldu.

Bunları bize niye yaptılar?

Aslımızdan kopalım diye. Neden aslımızdan kopmamız için bu kadar çok çalıştılar? Çünkü biz aslımızdan koparsak, İslam´dan uzaklaşırsak, Batı Meniyeti´nin karşısında duracak başka bir güç kalmazdı. Tarihi yapmak da yazmak da Batı´ya kalırdı. Amaçlarına ulaştılar mı? Çok yaklaşmışlardı. Rabbimin yardımıyla planlarını bir türlü hayata geçiremediler.

Gezi olaylarında, MİT krizinde, 17-25 Aralık´ta gırtlaklarının boğumlarına takılan hevesleri, 15 Temmuz gecesi soluk borularına oturdu.

Peki, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe kalkışması en büyük tehlike miydi? Şimdiye kadar gördüğümüz en büyük tehlikeydi gerçekten. Milletin evlatlarını devşirip kendilerine uşak eden ve onları öz babalarına silah sıkabilecek kadar alçaltan zihniyet, bu milletin varlığına kastetti. Uçurumun kıyısından döndük. Bundan daha büyük tehlike yaşar mıyız?

Üzülerek gördüğümüz bir şey varsa o da, Ehl-i Sünnet düşmanı bir topluluğun gemi azıya alarak, mukaddes bildiğimiz tüm değerlere saldırdığıdır. Nereye baksak bu güruh var. Sosyal medyada, televizyonlarda, gazetelerde zehirlerini genç zihinlere ve gönüllere akıtıyorlar. Kader inancını zedelemekten tutun; mucizelere ilişkin şüpheleri yaymaya, keramet kavramını hafife almaktan tutun; tasavvuf olgusunu düşman saymaya kadar, Hadis-i Şerifleri kaynak olarak görmemeye kadar kendi karakterlerinin gereğini yapıyorlar.

Bunların verdiği zararı hafifletmeye çalışan kimi temiz kişi ve ekipler de elbette var ve mücadele ediyorlar. Fakat; daha sistemli bir mücadele şart. Nasıl ki geçmişte FETÖ ile yapılmayan mücadele pahalıya patladı, şimdi bunlar temizlenmezse gelecekte daha büyük sıkıntı olacaktır. Çünkü FETÖ binanın tavanına saldırdı, bunlar temeli dinamitliyor.

Ne yapılmalı? En önemli görev Diyanet İşleri Başkanlığı´na düşüyor; kamuoyunu düzenli olarak bu konularda bilgilendirmelidir. Her fırsatta biz Müslümanların akaidine saldıran bu arsızlara şamar gibi cevap vermelidir. Gerekirse isim zikrederek ve örnek vererek bu tür düşüncelerin Ehl-i Sünnet içerisinde yer almadığını cesaretle ilan etmelidir. 100 yıl önce beceremediklerini, 15 Temmuz´da kıyısına kadar geldiklerini yarın başaramasınlar diye, bu mücadele şart. Yarın çok geç olabilir.