Musa Tektaş


Hulusi Efendi (k.s)’nin dilinden Liderlik öğütleri


Lider vasıflı insanlar, üstün kabiliyetleri vesilesiyle, karşılarına çıkan bütün problemleri gayet rahatlıkla çözebilen, çözüm üreten kimselerdir. Çünkü lider vasıflı insanların mesajları ve hayatı algılama şekilleri, hayatla zıtlaşmadığı gibi günümüz ve geleceğe dâir geçerlilik arzeden hususları içerir. Sunduğu mesajlar ve hedefler kendi açısından kesin doğru kabilinden emin kararlardır. Hayatın gerçekleriyle örtüşen söz ve davranışları üzerine bina edeceği hedefleri doğruluk ilkesi üzerine kuruludur.

Kendi kültürümüzün millî ve manevî unsurlarıyla bezenmiş duygularla önder olan kişiler en büyük yatırımı insana yapmışlardır. İnsan yetiştirmenin ulvîyetini iyi bilerek, bulunduğu toplumda liderlik özelliği bariz şekilde meydana çıkabilin hizmet gönüllülerini yetiştirmişlerdir. İnsana değeri en yüce pâye kabul eden manevî liderlerden biri de Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)`dir. O etrafındaki insanları çok iyi tanırdı. Bir kâmil mürşid olarak, gönülden bağlı olanları doğru şekilde yönlendiren, planlı ve programlı hizmetlerle memleketin faydasına çalışan, ileri görüşlü, hedefleri olan bir mümtaz şahsiyetti. İnsanları iyi tanıdığı gibi kişilerin kabiliyetlerini de iyi analiz edebilen, ona göre vazifeler veren biriydi. Bir sohbetlerinde ; "Biz bir kimseyi daha çok sevdiğimizden değil, ehli olmasından dolayı işi ona veririz" buyurmuşlardır. Mektûbât-ı Hulûsi-i Darendevî`nin sayfalarını çevirdiğimiz zaman ES-Seyyid Hulûsi Efendi Hazretlerinin liderlik öğütleri diyebileceğimiz fevkalade özlü mısralara rastlarız. Mektûbât’taki şu beyit konuyla alakalı olarak, Hakk’ın çizgisinin ehliyete mebni olduğunu anlatır bize:

Sen ol işe hôd ehil değilsin

Mi`yâr-ı Hudâ niçin eğilsin

(Sen kendi hâlinle o işe ehil değilsin. Bunun için Hakk’ın ölçüsü değişmez. Sınırları hiçe sayarak ehil olmadığın işi sana vermek hakkaniyet ölçüsünü çiğnemek, hakikatten saptırmak olur. Bu da mümkün değildir.)

Hulûsi Efendi Hazretleri ömrü boyunca, her türlü sosyal mesele ile ilgilenmiş, kan davaları, ailevî problemlerle ilgilendiği gibi, muhtereme zevceleri Hacı Naciye Hanım da ailevî problemlerin halli için gayret gösteren çözüm üreten, hoşgörü aşılayan bir hanımefendiydi. Şöyle bir hatırayı çok kıymetli evlatlarından dinledik:

Hacı Valide`nin tanıdığı çevreden iki ailenin gençleri evlenirler. Bir süre sonra eşler kavgaya başlarlar. Aradan birkaç yıl geçer ve aralıklarla iki taraf da Hacı Valide`ye birbirlerini suçlayıcı beyanlarda bulunurlar. Yine bu yakınmaların birinde, ailesinin yanında, kocasından ayrı yaşayan hanımefendi, kocasından Hacı Valide`ye yakınırken, Valide sözünü kesip;

"Kızım, eşin olacak o adam, eğer senin ve çocuklarının iaşesini, ikamesini, giyinmesini temin edip, namus ve şerefini koruyarak vazifesini yapmıyorsa, ondan değersiz adam yok; eğer, o bunları yaptığı halde, sen evine dönüp çocuklarına annelik, kocana eşlik, evine hanımlık yapmıyorsan senden değersiz kadın yok" der.

O hanımefendi, yanında annesi olduğu halde Hacı Valide`nin ağlayarak ellerine kapanır, özür diler ve ertesi günü kocasına döner. O gün-bugün mutlu ve huzurlu aile yaşantıları çocukları ile birlikte devam eder. İşte Hacı Valide`nin derecesi, seviyesi, yapıcı hâli ayniyle Hulûsi Efendi`nin aynasıdır?

 

Mesûliyet duygusu

Hulûsi Efendi (k.s) mesûliyet insanıydı. Sorumluluklarını yerine getirme mevzuunda, çok titizdi. İşlerini yaparken, çıkan engelleri aşar mutlak başarıya ulaşırdı. Üzerine aldığı her işi mutlaka yerine getirirdi. Yapıp ortaya koyduğu hizmetler karşısında herhangi bir beklenti içerisinde olmazdı. Bu özellik Peygamberimizin "Hepiniz bir çobansınız ve güttüğünüzden mesulsünüz" hadisine uygunluk arz etmektedir.

Çocuklar, Allah Teâlâ`nın bir nimeti olduğu gibi aynı zaman da anne-babaların elinde büyük bir emanettir. Emanetin hakkı, korunmak ve kaybedilmemektir. Muhafaza edilmek ve ihmal edilmemektir. Emaneti gözetmek ve ondan gafil olmamaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Gerçekten Allah size, emanetleri ehil olanlara vermenizi emreder." (Nisâ/58) Çocuklar; dinleri ve ahlâklarının arındırılması, sağlıklı metot üzere eğitilmeleri noktasında anne babaların ve velilerin yanında bir emanettir. Aynı zamanda her aile reisi sorumlu bulunduğu evlatlarının iaşesini temin etmekle mükellef olduğunu da bilmelidir. Hulûsi Efendi bu mesûliyete şöyle işaret eder:

Baban bilmez mi kızım âilenin

Reîsidir yokdur kâilenin

Yâ bilir mi bunamış bir kocadır

Yatar uyur ne gündüz ne gece der

 

Dinleme sanatı

Dilini muhafaza edebilen ve az konuşan insanlar edepli kimselerdir. Nefsini kötülüklerden arındıran, ahlâken olgunlaşan kişilerin en belirgin özellikleri az konuşmaları, öz konuşmaları ve dinleme sanatını bilmeleridir. Rivayet edilen hikmetli sözlerden birinde şöyle denir: "Akıl tam olursa söz azalır." Hikmet sahibi insanlardan biri şöyle der: "Kişinin konuşması faziletinin beyanı ve aklının tercümanıdır. Güzel olan söze yönelin ve onun azıyla yetinin." Akıl, insanı güzel konuşmaya ve yerine göre konuşmaya sevk eder. Çoğu zaman susmayı tercih eder ve günahtan korunmak için kendini tutar. Rasûlullah Efendimizin şu tavsiyesi ile hareket eder: "Kim Allah`a ve ahiret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin ya da sussun!" Güzel söz, arkadaş olsun, düşman olsun her insanla güzel sonuç verir. Arkadaşla güzel konuşmak, sevginin ve arkadaşlığın devam etmesini sağlar. Düşmanla güzel konuşmak ise kalplerdeki kini, nefreti ve buğzu giderir. Düşmanlığı söndürür.

Gereksiz ve boş konuşmanın birçok kötülüğü vardır. Hz. Ömer (r.a) bundan sakındırarak şöyle demiştir: "Sözü çok olanın hatası da çok olur. Hatası çok olanın hayâsı azalır. Hayâsı azalanın verâsı (Allah korkusu) azalır. Allah korkusu azalanın kalbi ölür." Geçmiş âlimlerden biri şöyle der: "İnsanların en bahtsızı ve musibeti en büyük olanı çabucak, acele eden bir dil ve acele hareket eden bir kalbe sahip olan insandır." Boş konuşmaktan uzak durmak; faydasız şeylerden, dinî ve dünyevî açıdan başkalarına faydalı olmayan şeylerden dili muhafaza etmek basîret ve olgunluktandır. Sükûtun saltanatını Hulûsi Efendi şöyle dillendirir:

Sükût serîr-i dilde ahlâk-ı ankâdır

Bu cevher lutf-ı Hudâ’dır herkese nisâr olmaz

 

Her şeyin başı sevgi

İnsan olmak, sevmesini bilmekle mümkündür. Eğer bir insan yaratılanları, Yaratan`dan ötürü hoşgörerek sevebiliyorsa ve o sevgisini izhâr edebiliyorsa, gösterebiliyorsa insandır. Onun için kâmil veliler insan sevgisine ve insan yetiştirmeye çok önem vermişlerdir.

Ve sevgi düsturuyla amel edebiliyorsa (sevgisi yalnız lâfta kalmıyorsa, sevgisiyle hareket edebiliyorsa) ve sevgisiyle yaşayabiliyor, sevgisiyle yaşatabiliyorsa, o insan mutludur. Mutlu insanların meydana getirdiği toplum da mutlu bir toplumdur. Hulûsi Efendi (k.s)’nin etrafındakilerle, gönül dostlarıyla, hâsılı görüştüğü her insanla olan münasebetlerinin karşılıklı sevgi temeline dayandığını söyleyebiliriz. Ondaki liderlik ruhu, raiyetinin her ferdi, kendini ona en sevgili bilecek kadar insanları seven ve onlar tarafından da aynı ölçüde sevilen seçkin bir ruhtur. Hem onun çevresindekilere hem de çevresindekilerin ona güveni tamdı. O her zaman sevgisini ve kendini hissettiren ve gönüllerde yaşamasını bilen bir şahsiyet olarak çıkar karşımıza. Mektûbât’ında şöyle buyurmuştur:

Ulu yoldan yürüdük senin yolundur diye

Sevdik yahşiyi kemi senin kulundur diye

Allah için sevmenin önemine Mektûbât`ın satırlarında şöyle rastlıyoruz:

"Kim bilir vefâsız âlemden bir daha sûrî bir münâsebetle böyle mülâkat nasîb olmayabilir.

Lâkin manevî bir mecbûriyyetle yek dîğerine bağlanan gönüller için ebedî bir ayrılık yoktur. Fahrî, yanî fillâh olan muhabbetiniz garazsız bir hizmet meyvesi zuhûra getirerek bizi ten`îm etmiştir. Bu cihetin mukâbili cennet bile olsa azdır.

Kul, Mevlâsı için sevilir. Arada bir sebep zâittir. Bunu bilerek sebepsiz sevilen dünyâ ve

âhiret saâdetine ereceklerdir. Sûretâ sizlerden cüdâlık bir şey değildir. Rûhumuz pervâne gibi muhabbetinizin şem`i ile yanmaktadır."

Hakk yoluna canını feda eden bir şehidin güzel hali ve tavrıyla bıraktığı sevgiyi de şu şekilde nazmetmiştir:

Masum şehîd gurbet elde

Bir gonca gibi açıldı soldu

Hüsn-i ahlâkı ile her gönülde

Bir sevgi bırakdı kendi yok oldu

 

Asaletli ve geçmişi temiz olmak

Toplum önderlerinin geçmişleri gayet temiz olmak durumundadır. Eğer temiz olmazsa, geçmişte yaptığı fiilleri her an kendisini töhmet altında bulunduracaktır. Asalet ve ilim-amel ilişkisi bazı durumlarda insanı diğerlerinden üstün hale getirir.

Hulûsi Efendi Hazretleri Peygamberimizin neslinden olma şerefini ve necipliğini her zaman hal ve hareketleriyle ölçülü bir şekilde sergilemiş, herhangi bir söz getirecek fiil ve davranış içerisinde olmamıştır. İlmi, ona tertipli ve düzenli bir düşünce kazandırmıştır. Her şeyi yerli yerine koyan ve her şeyin konumunu bilen bir kabiliyet ile amellerini de ona göre tanzim etmiştir. Allah`ın emirlerine ve Rasûlullah`ın yoluna uygun olarak doğru bir şekilde yaşamış olduğu hayat tarzıyla mutlu olmuş ve her isteğine kavuşmuştur.

Temiz bir topraktan yaratılan temiz bedenlerin dünyaya güzel kokular yayacağına şöyle işaret buyuruyor:

Hâsılı hulk-ı cemîl hâki

Saçdı âlemlere ıtr-nâki

Tokatlı Mustafa Haki Efendi`nin oğlu Bahaeddin Efendi için yazdığı kabir kitabesinde asaletin önemini şu şekilde dile getirmiştir:

Tokadî aslı men fâhir

Neseb-i seyyid-i tâhir

Bu kabr-i pâkidir zâir

Bahâeddîn-i Hâkî`nin

Bir asker arkadaşına yazdığı mektûbundaki şu beyitlerle aslı temiz, nesli temiz maneviyat lideri Hulûsi Efendi (k.s)’yi kendi ifadeleriyle anıp, sözü bağlayalım:

Darende`de medfûn Şeyh Hâmid Velî

Aslâb-ı Resûldür evlâd-ı Ali

Onun ahfâdından âciz Hulûsî

Şeyh Hâmid-i Velî (Câmii) Hatîbi