Cemil Gülseren


Ayakbastı’dan kolbastı’ya


Dede Korkut hikâyelerini okumayan yoktur herhalde. Hangi yaşta olursanız olun şayet okumamışsanız ilk fırsatta okumayı isteyin. Hele de yazarlığa birazcık hevesiniz varsa mutlaka okumalısınız. Nefesiniz olduğu sürece illa hevesleriniz de olacaktır. Özellikle Deli Dumrul hikâyesini öncelikle okumanız tavsiye olunur. Aşk, sadakat, vefa, dostluk, yiğitlik, saflık, temizlik ne kadar güzel değerlerimiz varsa sanki bu hikâyede toplanmış. Bir de hikâyenin ta başında yer alan, geçenden beş akçe, geçmeyenden döve döve on akçe alan köprü başındaki Deli Dumrul’u tanıyınca o kadar çok bildik gelecek ki size. Ekonomi sayfalarında bile zaman zaman  “Deli Dumrul Vergisi” diye bu masala (!) gönderme yapılır. Hani ya Deli Dumrul der geçersiniz. İşte gerçek hepsi. “Köprülerden, otoyollardan geçenden beş akçe, geçmeyenden peki döve döve on akçe nerede?” diyeceksiniz. Geçmeyin de görün çilenizi, çekeceğiniz sıkıntıyı. Dayak yemişliği geç, harcanan fazla zaman, eziyet kaç akçeye değer, kaç?... İşte bu yol üstü, köprü geçti vergilerinin aslı esası bu. İsterseniz inanmayın.

Çocukluğumuzda köyümüz Balaban’ın İçmecesine yürüyerek, koşarak ve hatta at kovdurarak çok gitmişizdir. Akranlarımızla bir de dakika tutardık. Köyle İçmece arasını dokuz dakikada almıştım. En son derecem buydu. Ancak bu dereceyi koşarak almıştım. Varmasına varırdık da orada “Ayakbastı” parası istenmesi gücümüze giderdi. “Bize de mi?” derdik. Duhuliye diyerek üsteleyen değnekçi ile az mı ağız dalaşı yapmışızdır. Şimdi bu “ayakbastı” harcının alınmadığı yer mi kaldı? Her yere ayak bastılar. Adları değişti; katılım parası, katkı payı, kayıt parası, giriş harcı, giriş aidatı, sabit ödeme..ve daha bir sürü terim. Ah Deli Dumrul var ya bir elime geçsen yok mu? Bu cin fikirler hep senden

GELELİM KOLBASTIYA

Bir filmin repliğinde geçtiği şekliyle; “-Hep veriyoruz, hiç aldığımız yok ki.” Hal böyle olunca oynatmaya az kaldı diyecek olduk. O da oluyor galiba. En azından adı yerli olan bu oyunlu oynak hava aldı da başını gidiyor. Bir sahiplenme, bir adlandırma furyası da cabası. Hiç olmazsa batının abuk subuklarına nazaran bizden. Ha bir de zayıflatıyormuş. Bir sürü ıvır zıvıra göre ehven. Herkesin bir kolbastısı var anlaşılan. Oysa ben kolbastıyı güreşte bir oyun adı bilirdim. Güreşten anlayan kaldıysa biri çıkıp da anlatsa diyeceğim. Yoksa yanlış mı hatırlıyorum?

DENİZE DÜŞEN HOCA

Fıkra gibi anlatılır ya kıssa gibi anlayın siz. Bir gemi yolculuğunda deniz kazası vuku bulunca HİÇBİRŞEY BİLMEYEN TAYFA İLE HERŞEYLERİ BİLEN PROFESÖR arasındaki diyaloğun (…Şunu biliyor musun, bunu biliyor musun? O halde gitti ömrünün yarısı falan diye tayfayı sıkıştırırmış bizim hoca.) son cümlesi şöyle bitiyordu: (O profesör tarafından aşağılanan, horlanan tayfa sorar) – Sayın Profesör yüzme biliyor musunuz?

-Hayır

-O halde gitti ömrünün tamamı.

Derine düşen boğuluyor pardon denize düşen diyecektik. Küçükken hep duyardım o âlim, derin hoca derlerdi. Yani ilme, ilmihale, fıkha, tasavvufa hakim, ileri, güçlü, yeterli ve yetenekli hoca. Şimdiki Derin Hoca tabiri çok başka hatta bambaşka çağrışımlar yapıyor. Ben bunu Anlambilim dersinde Anlam Kaymasına örnek verebilirim artık. Yani “Derin” kelimesi anlam genişlemesine uğramış hatta anlamı kaymıştır artık. Derinde olmak mı isteniliyor yoksa kim derinde diye mi merak ediliyor karışmış durumda. Bence derinlik biliniyorsa o derin sayılmaz. Ulaşılan derinlik derinlik değildir. Derinden geçinmek gibi görüntü peşinde olanlar da yok değil.

Mestî’nin dediği dedik işte:

KİMİSİ AÇ YATAR, KİMİSİ TOKTUR / KİMİSİNİN DERDİ GARİPTEN ÇOKTUR

KİMİSİNİN EVİNDE HİÇ DÜZEN YOKTUR / VARIR BAŞKASINA DÜZEN-SÂZ OLUR

Olur olmasına da kendi muhtaç himmete, kime ede himmet Himmet Dede hesabı…

Bağdatlı Ruhi duvara kazınacak kelamı gönderiyor ÇAKMA HOCALARA:

Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der / Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der.

İnanın bu kelâmın üstüne ne söylense boş.

 

cemil.gulseren@usak.edu.tr