Adalet düzenli ve
dengeli davranmak, her şeyin hakkını vermek, bir şeyi yerli yerine koymaktır.
İslam dininde adalet; kültür, bilgi,
mevki, cinsiyet, ırk, dil ve din farkı gözetmeden insanlara insan olmaları
yönünden eşit davranmak ve haklarını vermek demektir. Kişinin, hiçbir ayırım
yapmadan nimet ve zorluklar karşısında eşit tutulması, işinin ehli olması ve
işi yapabildiği ölçüde hakkını elde etmesi, adaletin yerini bulması demektir.
Peygamber Efendimiz
(sav) döneminde bir gün hırsızlık yapan
Fatıma adında bir kadın Hz. Peygamber?in huzuruna çıkarıldı. Suçu tespit
edildiği için Hz. Peygamber onu cezalandıracaktı. Fakat Mekke?nin ileri gelen
bir kabilesindendi. Bazı kişiler bu kadının cezalandırılmaması için
Peygamberimizin çok sevdiği Hz. Üsame?yi aracı olarak gönderdiler. Bu duruma
kızan ve üzülen Peygamber Efendimiz yüksek bir yere çıkarak şu konuşmasını
yaptı: ?Ey İnsanlar! Geçmiş milletlerin ne yüzden yollarını sapıttığını
biliyor musunuz? Onların asilzadeleri bir şey çalarsa onu cezalandırmazlar,
itibarı az olanları çalarsa onu cezalandırırlardı. Allah?a yemin ederim ki
böylesine adi bir işi o Fatıma değil de kızım Fatıma yapmış olsaydı onu da
cezalandırırdım? (Buhârî, ?Hudûd?, 11; Müslim, ?Hudûd?, 8). İşte bu kıssa da
görüldüğü gibi sosyal hayatın düzeni ve devamı için adalet çok önemli bir
hususiyettir. Aksi halde bozulmalar ve dejenereler akıl almaz boyutlarda hızlı
bir şekilde olur. İnsan ise kimlik ve değerini kaybeder, kendi öz kültüründen
yabancılaşma başlar bu ise nesillerin bozulmasını meydana getirir.
Es- Seyyid Osman Hulusi
Efendi bu konuda şöyle buyurmaktadır.?Zulmün türlüsü vardır. Adaletin zıddı
olan her şey zulümdür. Bir şeyi mahallinin gayriyle koymak zulümdür. Hak
sahibini hakkından mahrum etmek, birinin hakkını elinden almak zulümdür.
Borçlu olduğu vazifeleri yapmamak işi ehline vermemek, emânete hıyanet etmek
zulümdür. Allah (c.c)`a, kendi nefsine ailesine ve çocuklarına karşı
vazifelerini tam yapmamak zulümdür. Bunlar ister sözle, ister işle ne suretle
olursa olsun zulümdür. Millet malına tecâvüz etmek, efrâd-ı milletin dişinden
tırnağından artırıp vermiş olduğu paraları korumamak, onu çalmak en büyük bir
zulümdür. Haklıyı haksız çıkarmak da bile bile yanlış hüküm vermek de zulmün en
büyüklerindendir. Allah (cc) âdil-i mutlaktır. Bütün bunları görüyor, biliyor,
zâlimin yanında yaptığı zulümleri hiç cezasız bırakır mı?? (Şeyh Hamid-i Veli
Minberinden Hutbeler). Bunun içinde çok hassas olmak gerekir. Bu hassasiyet ki
, kılı kırk yarmak ve hala kalın demek gereklidir. Sosyal hayatta adaletin
tecellisi için hassas olmak, hassas düşünmek ve hassasiyetle yaşamak gerekir.
Hayatı
en güzel ahlak örnekleriyle dopdolu olan Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa
(sav)?e Cenab-ı Allah (cc) şöyle buyuruyor: ?De ki: Ben Allah?ın indirdiği
kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum? (Şûrâ, 42/15) Adalet,
her insanın uyması gereken çok önemli bir görev olmakla beraber bilhassa
idarecilerin adaletli davranmaları daha da önemlidir. Ancak zaman zaman
haksızlıkları görüp bu dünyadaki adaletsizliklere şahit oldukça, İnsan âdeta
Hz. Peygamber (s.a.s)?in ?Haksızlıklar karşısında susan, dilsiz şeytandır?ifadesini
düşünerek zerrelerine kadar titremektedir.
Ehlullahın
bir kısmı, en yüksek velâyet derecesine sahip olur. Bu kimse Allahu Teâlâ?nın kendisini velâyeti için seçtiği bir
kuldur. O Allah Telâlâ?nınözel
himayesinde hareket eder. O?nunla
konuşur, O?nunla görünür, O?nunla tutar. O?nunla anlar , akleder. Cenab-ı Allah, onun yeryüzünde
sânını yaymış; kendisini halkın, veliler
sancağının sahibi; yer ehlinin emniyeti, gök ehlinin nazar yeri, gönüllerin reyhanı, Allah?ın has dostu, nazargâh-ı ilâhî, Rabbanî
sırların madeni; yeryüzünde Zât-ı Bâri?ninadalet
nüvesi yapmıştır. Allah-u Teâlâ, onun vasıtasıyla kullarını terbiye eder. Onun
nazarıyla ölü kalpleri diriltir. Halkı kendi yoluna çevirir. Onunla hukuk-ı
ilâhîyeyi ayakta tutar. O, hidâyet anahtarı; yeryüzünün süruru; ehlullahın
eminidir. Aslında her şey Cenab-ı Allahın uhdesindedir. İnsan bir gün toprağın
altına gireceğini düşünerek hareket etmelidir. Çünkü yapmış olduğu tüm
fiillerin hesabını mutlaka verecektir. Bunun için de adalet üzerine olup
Cenab-ı Hak?kın gösterdiği çizgide hayatı yaşamak, dostlarıyla dost olmak,
düşmanlarıyla mücadele etmek gerekir. Hz. Peygamber hiçbir gölgenin bulunmadığı
kıyamet gününün boğucu hengamesinde Arş-ı Âlâ?nın gölgesinde ferahlanacak yedi
sınıf insanı zikrederken en başta ?Adaletli davranan idareci?yi saymıştır.(Buhârî,
?Ezân?, 36; Müslim, ?Zekât?, 91.)
Peygamber
Efendimizden itibaren İslam tarihinde öyle adalet örnekleri vardır ki, bunlar
melekleri dahi imrendirecek özelliktedir. Bunlardan yakın tarihimizdeki bir
örnek verelim. İstanbul?daki Fatih Camii?nin sütunlarını kısa kesen Rum ustanın
elini kestiren Fatih Sultan Mehmet?in elinin kesilmesine de, kendi tayin ettiği
mahkeme reisi Kadı Hızır Efendi hüküm vermişti. Böyle bir kararın çıkmasından
çok etkilenen Rum usta davasından vaz geçmiş ve Fatih?in elinin kesilmesine
mani olmuştu. İşte böyle bir adalet anlayışının uygulanmasıyladır ki Osmanlı
Devleti 600 küsur yıl ayakta kalmıştı. Adalet tesis edildiği zaman sosyal
hayatın tüm dinamikleri ayakta kalır. Adaletin hüküm sürdüğü alanlar ise
hayatiyet bulurlar. Toplumumuzun ve tüm fertlerin sosyal hayatta adil olması ve
adil kalması temennisiyle?