Abdulhamid YOLCU


Osmanlı ve Türkiye


Osmanlı Devleti normal şartlarda kurulmuş ve büyümüş bir devlet değildir. Çok az sayıda çadırdan oluşan bir aşiretin fertlerinden oluşan bir beylik olan ecdadımız kısa süre içerisinde zahiri sebeplerle izah edilemeyecek derecede büyüyüp bir imparatorluk oldu. Tarihçiler ?Bu büyüme neden ve nasıl meydana geldi?? sorusuna şimdiye kadar çok sayıda cevap vermişlerdir.

Mesela; coğrafi açıdan Kayı Aşireti?nin bulunduğu yerin önemli olduğu söylenmiştir. Diğer Müslüman topluluk ve beyliklerle mücadele etmek yerine sınır komşusu olduğu Bizans üzerine akınlar yapmasının bu büyümede etkin olduğu yazılmıştır. Selçuklu Devleti?nin içinde bulunduğu durumun Osmanlı Beyliği?nin büyümesine zemin teşkil ettiği izah edilegelmiştir. Biz Türklerin karakter olarak savaşçı olduğu ve zor şartlara dayanaklı bir millet olduğumuz da sebeplerden birisi olarak gösterilmiştir.

Selçuklu?lardan İkta adıyla miras alınarak Tımar adıyla geliştirilen toprak sisteminin son derece büyük bir orduyu merkezi bütçeye yük olmadan oluşturduğu ve devam ettiği önemli bir unsurdur. Birçok kamu hizmetinin Vakıflar aracılığıyla yerine getirilmesi nedeniyle Osmanlı?nın bir Vakıf Medeniyeti olarak adlandırılması da toplumsal huzuru ve gelişmeyi sağlayan önemi bir faktör olarak dillendirilmektedir. Yapılan seferlerin zaferle sonuçlanması neticesinde elde edilen ganimetlerin devletin hazinesini doldurması da Osmanlı?nın büyümesi ve gelişmesinde mühim bir yere sahip olmuştu denilmektedir. Örneğin, devşirme sistemi başlı başına dâhiyane bir uygulamadır. Çoğunluğu Balkanlar?dan olmak üzere birçok bölgeden zeki ve çalışkan çocukların çok ciddi ve kaliteli bir eğitim sistemi içerisinde yetiştirilerek devletin hizmetinde değerlendirilmesi oldukça etkileyicidir. Bunların hepsi de kanaatimce doğrudur.

Tarihçi olmayan birisi olarak, farklı açılardan aşiret, beylik, devlet ve imparatorluk sürecinin nasıl oluştuğu konusunda yukarıda sayılanlara ek olarak fikir ileri sürecek olsam olaya evvela, ?Niyet hayır, akıbet hayır? ilkesi çerçevesinden bakardım. Ertuğrul Gazi ve Osman Bey başta olmak üzere tüm Osmanlı ileri gelenlerinin niyeti hayırdı; i`lâ-yı kelimetullah?dan başka bir gayeleri yoktu. Amaçları, bey olmak, padişah olmak, zengin olmak değildi. Rabbim de niyetlerine göre lütufta bulundu.

İkincisi, istikamet ve prensip sahibiydiler. Hem yüce dinimiz İslâm tarafından konulan ilkelere son derece titizlikle riayet ediyorlardı hem de geçmişten beri gelen töre ve geleneklerden taviz vermiyorlardı. Sözlerinin eri, dürüst, çalışkan ve cesurdular.

Üçüncüsü, itaat ehli idiler. Kim lider olarak başta ise ona tam bir itaat ve teslimiyet içerisinde hareket etmekteydiler. Elbette yöneticiler de adaletten ayrılmayan, meseleleri istişare yoluyla halleden, ilim ehlini gözeten bir tarz ve üslup sahibiydiler. Bu sebepleri de uzatmak mümkündür.

Fakat, asıl önemlisi, aşiret-beylik-devlet-imparatorluk sürecinin her aşamasındaki lider şahsiyetlerin manevî bir yol göstericisinin bulunmasıdır. Osman Gazi?Şeyh Edebali, Yıldırım Bayezid?Somuncu Baba, II. Murad?Hacı Bayram-ı Veli, Fatih Sultan Mehmet?Akşemseddin Hazretleri akla ilk gelen örneklerdir.  Kuruluşundan sadece 150 yıl kadar sonra Bizans?ın kalbi olan İstanbul şehrini fethedebilen Osmanlı?nın yükselişinin işte asıl sebebi budur.

Günümüzde de, hamdolsun, manevî yol göstericilerimizin öncülüğünde ülkemiz giderek gelişmekte ve güçlenmektedir. Memleketimizin güçlenmesi bizim keyfimiz ve rahatımız için değil, i`lâ-yı kelimetullah için önemlidir. Dünyanın her yerinde Müslümanların hâli ortada. Türkiye dışında mazlumlara sahip çıkabilecek, liderlik yapabilecek bir ülke de yok. İnancımız odur ki, Rabbimin lütfu ile, maneviyat büyüklerimizin dua ve himmetleriyle, bizlerin gayret ve fedakarlıklarıyla ülkemiz, içimizdeki hainleri ve dışardaki düşmanları altederek dünyanın önde gelen söz sahibi ülkelerinden birisi olacak ve mazlum milletlerin yardımına koşacaktır.