Musa Tektaş


Mektuplar ve Hatıralarla Bedrettin Ateş


 Somuncu Baba hazretlerinin soyundan olan, Es-Seyyid Hatip Hasan Feyzi Efendi’nin iki oğlu bir kızı olmuştur. Bunlar, Ahmet Nuri Efendi (1900-1945), Osman Hulusi Efendi (1914-1990) ve  Sakine Hanım (1915-2008)’dır.

Ahmet Nuri Efendi

Es-Seyyid Hasan Feyzi Efen­dinin oğlu ve Osman Hulûsi Efen­dinin ağabeyi Ahmet Nuri Efendi, 1900 yılının Aralık ayında (Rama­zan 1318) Da­ren­denin Şeyhli ma­hallesinde dün­yaya gelmiştir. Babası Hatip Hasan Feyzi Efendi, annesi Fatıma Ha­nımdır. Ahmet Nuri Efen­di, Zey­nep Hanımla ev­lenmiş ve bu izdi­vaç­tan Bedreddin, İbra­him, Ali, Aişe Fatma ve Hayriye ad­la­­rında 5 çocukları olmuştur. Sâdât-ı Kiram dandır.

Ahmet Nuri Efendi, Daren­de’­nin Hacılar-Şeyhli mahallesin­de bü­yü­müş­tür. Şeyh Hamidi Ve­li Med­resesinde tedrisini tamam­la­mıştır. Bu dö­nem­de, bu medre­sede müder­rislik yapanlar; Hacı Mahmud Efen­di ve Hacı Mehmet Efendidir.

 11 Ağustos 1925 tarihin­de va­ta­nî görevini yapmak üzere as­kere git­miştir. Okur-yazar olduğu medre­se tahsili aldığı için asker­liğini Si­vas’ın Gü­rün ilçesin­de ya­zı­cı-er ola­rak yapmış, 2 Kasım 1928’de vatanî görevini ta­mam­la­ya­rak terhis olmuş­tur. Ahmet Nuri Efendinin askerlik cüzdanın­da 1.75 cm boyunda, 86 kg ağırlığında, yeterli okur-ya­zar olduğu kayıt­lıdır. Asker­lik hiz­meti dönüşü, bir müddet ticarete uğraşır daha sonra da Kangal İlçesinin Kal­kım köyünde ima­mlık yapar. Annesinin ve babasının vefatı üzerine Darende’ye gelir burada hastalanarak 1945 yılında vefat eder.

Bedrettin Ateş

Ahmet Nuri efendi’nin oğlu olan Bedrettin Ateş, 01.07.1927 tarihinde Darende’de dünyaya gelmiştir.  Kendisiyle yaptığımız bir röportajda çocukluk hatıralarından bazılarını şöyle anlatmıştı:

“Benim aklım yeteliden beridir Darende’nin Zaviye Hıdırlık denilen yerde Şeyh Hamid-i Veli Caminin bitişiğindeki kış evleri denilen yerde altı ahır üstü odalar olmak üzere ahır ve selamlıktan başka yedi göz evimiz olup kışın Zaviye’de yazın da Hacıların Şeyhli mahallesinde üç takım beş göz evimiz olan yerde otururduk.

Dedem Hatip Hasan Efendinin bir al atı vardı. Buna hususi olarak hem semer, hem palan, hem eyer yerine kullanılan bir üzengili takım yaptırmıştı. İşte onun üzerini büyük bir hurç atar bir gözüne halam Sekine’yi, bir gözüne de beni sokar kendisi de ata biner, Hulusi amcamı da terkisine alır Zaviye’ye bir saat mesafesi olan Hacılardaki evimize giderdik.

Zaviye’deki evimizdeyiz. Mart ayında ebem (babaannem) Hulûsi Amcama hitaben “Efendi Oğlum, Bedrettin’i de yanına al, gidin Şuğul’daki Çilehane’den biraz gazel getirin de size ıspanaklı pide ve kavurga kavurayım diye bizi Şuğul’a yolladı. Gittik. Çilehane’deki gazellerden kaplarımızı doldururken ben üşüdüm. Kabın birini doldurduk. Öbürüne gelince oradaki mezarın üstüne de atılmış gazel var. Ben oradan alayım da çabuk dolsun derken amcam, “Yeğenim kabrin üstüne basma” dediği halde ben üşüdüğüm için bir an evvel kaplarımız dolsun da tez gidelim diye unutup o mezarın üzerindeki gazeli alırken bir de baktım ki yeşil gözlü kumral sakallı bir adam bana hiddetle baktı. Ben hemen gazeli bırakıp, amca diye bacaklarına sarıldım. Hemen amcam beni kucakladı. “Korkma yeğenim, bir şey yok, ben sana oradan gazel alma demedim mi”, diye beni teskin etti. Kaplarımızı doldurduk geldik.

Yine çocuğuz… Ebemin sekiz adet kavak ve çamdan yapılmış sandıkları vardı. Bunların içinde çeşitli meyve ve bazı şeyler dolu olurdu. Bizim bir geniş odamız vardı. Oraya sofa ve kürsü evi derlerdi. Bir tarafında yüklük denir, yirmi kat yatak ve bir tarafında sandıklar ve üst köşesinde de küçük bir masa, onun üzerinde altı metrekare olan yün yorgan, dört tarafı minderlerle çevrili iki tarafı halı yastığı içerisinde ot tepili bir büyük odaydı. Kürsünün içinde küçük, topraktan yapılmış tandır olup onun içine ateş konur, ya odun yahut da tezek ateşi ile kürsü ısınır halk orada oturur idi ki işte bu sofada biz çok zaman kadın tayfası çocuklar orada otururduk.

Erkek misafir gelirse dedemdin odası olan erkek odasına kadın misafir gelirse kürsü evine otururlardı. Tabi bu kış günlerine mahsustu.

Çok evlerde o sofa direkli olup arkada bir direği olurdu. O direğe çirebik derler lamba koyacak bir tahtadan küçük raf yapılır orada evine göre 7 veya 5 veya 3 numara camlı, fitilli gaz lambası olur akşamları o yanardı. Bazı evlerde de isli çire derler idare yanardı.

Komşudan komşuya oturmacı denilen akşamdan sonra misafirler birbirine gider gelirler ve neşelenirlerdi. Misafir gelince o kürsünün üzerine büyük bir sini, sininin üzerine kuru üzüm, yaş üzüm, kaysefe denilen üzüm eriği, çiri dut kurusu, pestil, ceviz, hevenk eriği vesaire gibi meyveler konur herkes canının istediğini yerken yaşlı ninelerden masallar dinlerdik.

Bize misafir geldiği zaman çok sevinirdik. Çünkü ebemin sandıkları açılır nişe bastığı, karamadan, dut kurursu, iğde, üzüm torbaları, (yaş üzüm) hevenk eriği, vs. bol olurdu.

Bazen de misafir gelmediği zaman ebem misafir odasına dedemin yanına gider otururlardı. Amcam mektepten geldiğinde canı bazı yiyecek meyve vesaire gibi bir şeyler ister, zahmet olmasın diye ebemi çağıramaz, o kürsü evinde olan sandıklardan biraz nevale alıp yemek isterdi. Sandıklar kilitli olurdu. Çünkü ebem çok tedbirli bir kadındı. Her şeyine dikkat ederdi. Biz sandıkları açamayınca, Hulûsi Amcam, “Siz geri durun der, sandığın kapağına elinin ikisi ile yapışır, ‘açıl ya sandık, ya Allah’ diye üç kez kapağı oynatırdı,  sandık açılırdı, yeteri kadar yiyecek alır geri kapatırdı.”

Hulûsi Efendi’den Yeğenine Öğütler

Darende Cumhuriyet İlkokulundan 1941 yılında mezun olur.      

Hulûsi Efendi Hazretleri Diyarbakır’da asker iken, Hatip Hasan Efendi’yi üzmemesi için yeğeni Bedrettin Ateş’e 17 Mart 1941 tarihli mektubunun bir bölümünde şu nasihatlerde bulunur:

“Ey Nuri didem, ümidim odur ki büyüklerine karşı sureti itaat gösterip tarik-i taatta taksir etmeyesin. Veliyyi nimetimiz ve sebebi mağfiretimiz dedenin her bir emirlerine canu gönülden tabi olup, imtina göstermeyesin. Dünyevî ve uhrevî her saadetin husulü onun duası bereketiyle mümkündür. Gerçi nefis itaattan men eder ama hakikatte nefsin emrini hilafına hareket etmek evla ve ahsendir.

Serkeşlik yolunu tutup ol hurdebin miratı kalbe jeng-i  kederat getirmekten hazer edesin. Çünkü Allah’ın her türlü nimeti, ona itaatla hâsıl olur. Hakk’ın cennet ve cemalini ruyet herhalde ebeveynin rızasını bulmakla vasıl olur. Nitekim büyükbabamız buyurur: “Ebeveynin rızasını tahsile itina edilmedikçe ne kadar çalışsa diğer matlubattan uzaklaşır.” Dedenin bir mektubunda sizden memnuniyet gösterdiğini duyduğumda sevginiz gönlümde bir kat daha artar.

Dedenin emirleri senin için azab olsa bile onu sevap bilip işle, kendince sevap saydığını terk etmek elzemdir.

Mevlayı müteal hazretlerinden her ruz şeb niyazım onun gölgesinin üzerimizden kesilmemesidir.”

Babası Ahmet Nuri Efendi uzun zaman Çukurova bölgesinde tüccarlık yapmış, daha sonraları ise Kangal’ın Kalkım köyünde imamlık vazifesini yürütmüştür. O zaman Bedrettin Ateş henüz ilkokulu yeni bitirmiştir. Babasından gelen bir telgrafa binaen ona bir cevap yazar, mektubu şöyledir:

“22.3.1943

Şefkatli Pederim

Ey peder hasretle iki ellerinizden öper gülden nazik olan hatırınızı sual ederim. Eğer tarafımızdan sual ederseniz hamdolsun sıhhatteyiz. Sizden başka hiçbir endişemiz yoktur. Zahiremiz bir ay kadar idare eder, ondan sonra da Allah kerimdir. Ben de iki ay kadar yattıktan sonra işlerime devam ediyorum. Kış daha devam etmektedir. Kar daha kalkmadı. İki gündür havanın zararı yoktur.

Her ne ise orada bulunan arkadaşların cümlesine selam edip büyüklerin ellerinden öper,  küçüklerin ellerinden sıkarım. Burada Ali Rıza, Gazi, Muhyiddin ve ustalar selam ederler. Çocuklar ellerinizden öperler.

Halam ve çocukları ellerinizden öperler. Amcam kızı Hatice daima bizimle oturup kalkıyor. Arpa ekmeğine kanaat edip evlerine gitmiyor, ellerinizden öper.

Ellerinizden öper, dualarınızı beklerim.

Oğlunuz Bedrettin”

Gün gelir Bedrettin Ateş askere gider. Amcası Hulûsi Efendi ona yazmış olduğu mektubunda çok güzel öğütlerde bulunur, yol gösterir:

“Nuri İbtihacım Bedrettin

13. 11. 1951

Mektubun alarak sıhhat ve selametine memnun oldum. Kursa iştirak için istizan ediyorsunuz. Herhalde iştirak etmeniz evladır. Sabit beye kartı verdikten sonra uğramamışsınız. O zat ile behemehâl görüşünüz. Kurmay başkanı akrabalarındandır. İnsan vatanına milletine hizmet için ciddi bir asker olmalıdır. Rütbesi arttıkça ahlakı da temeyyüz etmelidir. Ahlaksız bir insana mertebesinin yükselmesi faide vermez. İyi huylu insanlar âlemin gözbebeğidir. Deruhte ettiğin vatani hizmet mukaddes bir vecibedir. Hakkını ödemeğe maddi ve manevi duçar-ı mesuliyet olmaya çalışmalıdır. Vazifene olan ihtimamın evladı iyalinin düşüncesinden daha üstündür. Buradaki hizmetlerin hepsi yeri yerinde ifa edilmektedir. Müsterih olarak çalış. Herkesin hüsnü teveccühüne vatan ve memlekete hayırlı  olmana dualar eder, gözlerinden öperim.

Amcan Hulusi”

Aynı mektubun arka tarafına da İbrahim Ateş ağabeyi Bedrettin Ateş’e şu mektup yazmıştır:

“13.11.1951

Muhterem Ağabeyim, hasretle selam eder hürmetle ellerinden öperim. Bir mektubunu aldık çok sevindik. İzinli gelmeni bekliyoruz. Gürünlü Nazif Efendi oraya bacısını getirmeye vardıkta Amcamın seninle kart gönderdiği adamları da görmüş, senin onların yayına gelmediğini  söylemişler. İzin alacaklar inşallah. Ali’den adresli bir haber alamadık. Yalnız iyi rahat haberlerini alıyoruz. Şimdi burada amcam ve diğerleri selam eder, Anam da gözlerinden öper, diğer ev halkı da ellerinden öperler, dualar eylerler.  Zahire için hiçbir mucibi merak yok. Ziya’da mektebe devam ediyor. Nuri ve Necati de her gün her saat babam geliyor diye dillerinden düşmez oldun. Mektuba son verirken, hasretle ellerinden öper dua eyleriz.

Kardeşin İbrahim.”

Bedrettin Ateş, dayı tarafından Mehmet Efendi’nin kızı Zeynep Hanımla evlenir. Bu evlilikten beş oğlu iki kızı dünyaya gelir. Ziyaettin (1944), Mehmet Nuri (1947) Ahmet Necmettin (1950), Hasan Feyzettin (1951), H. Celalettin (1962), Melahat (1959), Gülsüm Nafiye (1971).

Bedrettin Ateş, temiz bir ailede yetişir, Dedesi Hatip Hasan Efendi’den, Babası Ahmet Nuri Efendi’den ve Amcası Hulûsi Efendi’den ilim ve irfan öğrenir. 

11.08.1961 tarihinde Bedrettin Ateş, Şeyh Hamid-i Veli Camii Müezzin-Kayyımlığı görevine başlar. Bu görevini 31 yıl kesintisiz yapar ve 01.08.1992 tarihinde yaş haddinden emekli olur. Emekli olduktan sonra da hayatını Darende’de geçirmiştir. 09.12.2008 tarihinde vefat etmiştir. Şeyh Hamid-i Veli Camii’nde kılınan namazdan sonra, Zaviye mahallesi Kırmızıbayır kabristanlığındaki akrabalarının yanına defnedilmiştir. 

Aynı zamanda şair ruhlu olan Bedrettin Ateş’in çok güzel şiirleri vardır.  Hulûsi Efendi Hazretleri için yazdığı bir şiirin iki dörtlğü şöyledir:

 

EFENDİM                          

Hacılar şeyhlinin ocağında

Doğup büyüdün seyyidler kucağında

Herkese sevdirdin gençlik çağında

Seyyidim sultanım canım efendim

Doğuşta veliydin veliler gibi

Sıddık, Ömer, Osman, Ali’ler gibi

Bir pire âşıksın deliler gibi

Seyyidim sultanım canım efendim

…..

Bir gün bu Bedreddin çok ağlar ya

Ardın sıra karaları bağlar ya

Yüreğini ateşlerle dağlar ya

Seyyidim sultanım canım efendim