1
Bağdat?ta, Dicle kıyısında, nehrin serin
soluğunun vurduğu ince ve dar bir koridorda, etrafına topladığı birkaç öğrencisi
ile Numan Bin Sabit, büyük imam (İmam-ı Âzam), kadifeden dokunmuş sesiyle
konuşuyordu:
- Bizlere bırakılan iki emanetten biri olan Kur?an-ı anlayıp, günlük
hayatımıza ışık olmasını istiyorsak, batın ve zahir ilimlerde zirve olmak istiyorsak
onun engin ufuklarına kanat açmalıyız. Çünkü kuru bilgi, Dicle kıyısından öteye
geçirmez. Kâinatın Efendisi?nin, lahuti kokusunu almak için, aşkın ve ruhun
bilgisinin de talimini ihmal etmemeliyiz, diye rahle-i tedris ediyordu. Hâl bu
ki aynı insan, zahiri ilimlerde zirve yapmıştı. Akıl, onu yarı yolda bırakmadan
o, kendisini esrarlı dünyanın derin koyuna demir attığı, muhabbet filikası ile
kurtuluş limanını gösteriyordu.
2
Buhara?nın münzevi ve mütevazı bir
sokağının arkasında kerpiç evin sükûndan ihtişamı görünüyordu. Güneş ışıkları
kıvrılarak mahcup bir eda ile mutena odasında, billurdan bir kâse içinde parlıyordu
sanki. Göğsünü dolduran ledün ilminin feyiz dolu ışıkları, egoizm kirlerinden
aydınlığa çıkan kavşağı arşınlıyordu. Nur yüzlü, şahin bakışlı mütebessim
çehre, nefsin her türlü hile ve oyunlarına karşı, hacegan yolunun ilkelerini
besteliyordu. Gönüller Sultanı, Şah-ı Nakşibendî Hazretleri: ?Halk içinde, Hak
ile olun. Dünyanın mutantan ve debdebeli yüzünü, manevî atmosferinizde ışık
ışık açan nurlarla bezeyin. Dillerde tatlı bir kelam, gönüllerde aşkın muhkem
burçlarını tezyin etmedikçe, dünyanın yalancı güzelliğine zebun olmaktan
kendinizi alamazsınız.? diyordu. Böylelikle adeta, beşer üstü güzellikleri
demet demet mutluluk kokan gönüllere sunuyordu.
3
İstanbul?un Saray burnunda, boğazın iki yakasını birbirinden ayıran
kubbelerle süslü, çelikten iradenin hüküm sürdüğü bu mekânda, devrin Şeyhü?l-İslâmı
Ebussud Efendi: ?Nefsime tatbik etmekten imtina ettiğim, hiç bir örf ve hukuk
kuralının halka tatbik edilmesini katiyetle istemem.? diyordu. Bütün beşeri ve
örfi kuralların, önce kendi nefsinde başlayıp, sonra dalga dalga topluma
yayılmasını salık veriyordu.
4
Hamamizade İsmail Efendi, abanoz ağcının dallarından sırma gibi örülmüş
kafes arkasında, rahlesine oturmuş salatı-ı ümmiyi besteliyordu. Bir ara
kafasını yukarı çevirdi. Pencerenin loş ışıklarıyla dolu odanın içinde dairesel
hareketler çizerek, ağır ağır gezdirdi. Beşer üstü bir sesin, nurdan bir ışık şeklinde direk arkasından
geçip, binanın denize dik bakan yamaçlarından kaybolup gittiğini gördü. ?Beste,
üst kurul tarafından da onaylanmıştır.? diye içinden geçirdi. Ritmin bin bir renkte
açtığı mana basamaklarında sonsuzluğa doğru uzun bir yolculuk başlıyordu.
Cumbalı kafes arkalarında, gönül iklimimin uhrevi tellerinden süzülen, bitmeyen
bir aşkın ilahi senfonisi çalıyordu artık tüm zamanlarda. Kalemle fetih
ettiğiniz gönüller, ritimle raks ederek, ruhun elemli patikalarında şifa
buluyordu.
5
Nizamül-Mülk?ün taş duvarları ile çevrili geniş avlusunda genç bir
müderris dolaşıyordu. Bir ara durdu. Semaya yüzünü çevirdi. Yıldızlar saman
yolunun helazonik kıvrımlarında sanki bir şeylere göz kırpıyordu.
?İhya-ı Ulumi?d-Din?in
yazarı, gönlünün engin semasında bütün madde ve mana ilimlerini mezcederek,
insanlık ve ilim sehpasında ders okuyordu.
?Beni? diyordu ?Bu kadar zahiri ilimin meşgalesi tatmin etmedi. Eğer
ömrün son birkaç yılında Rasûlü Kibriya?nın ruhaniyetine sığınmasaydım, halim
nice olurdu.? serzenişliği içinde zamanı adeta mühürlüyordu, aşkın ve sadakatin
solmaz tüm renklerinde?
6
Farabi, yünden örülmüş haki renkli
kıyafetinin altında, felsefenin kelam ile buluştuğu kavşak noktasını tahkim
etmekle meşguldü. Cevher, araz, ruhun bedenden ayrı haşri gibi konularda,
beyninin kıvrımlarında, aklın rotasında vahiyle beslenen bir dümen içinde yol
alıyordu. Aristo?dan sonra en mümeyyiz vasfı ?Muallim-i sani? idi. İnsanları
yaşanacak hayatın kaldırmalarında, başı
yerde, ama göğsü semanının ötesine ulaşacak vakarda bir portre çiziyordu.
Medinet?ül-fâdıla, onun rüyasını gördüğü bir sosyal hayat iksiri idi.
İnsanlık, madde ve mana ikliminin, ruh filizleri ile açmalıydı bu medeniyet
şehrinde? Sokaklar ve caddeler; sevgi halesi şeklinde, bütün bir hayatı kuşatan
ruh damarları olmalıydı. Sokak güvensiz, cadde telaşın diğer adı olursa, hayat
doğmadan öldüğümüz mezarlıklar geçidi panayırına dönerdi.
7
Darende?de, halveti dergâhının nefs talimi yaptığı vakur ve nezih bir
ortam? Zaviye Mahallesi?nin Tohma?ya bakan tarafında, dağın eteğine bir ayağını
dayamış soylu bir mekân... Bu mekân, Rasûl-ü Kibriya neslinin altın kolunun
devamı olan bir ruh ve mana iklimini parıldatıyordu. Somuncu Baba lakaplı gönül
sultanı, Şeyh-Hamidi Veli Hazretleri, yol boyu sıralanmış servilerin gölgesinde
kaynayan semaverin buğulu atmosferinde ihvanlarına tembihatta bulunuyordu.
?Sakın ola ki, aç kalsanız, açıkta kalsanız dahi şüpheli şeylere el
uzatmayın, nefsinizi terbiye ve teskin etmede bir an dahi gafil davranmayın.
Sizi nefsinize zebun edecek söz ve teganniden her dem uzak olun. Bazı
mahrumiyetlerin, size nasıl bir nimet sofrası açacağını bilemezsiniz. Asıl
pehlivan, güreşte rakibinin sırtını yere getiren değil, azgın ve vahşi nefsini
teskin ve terbiye edip, ruhunu yüceler âlemine sultan yapan er kişidir.? diyerek ulvi hatırlatmasını yapıyordu.
8
Altın silsilenin solmaz ve mümtaz siması Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi,
?Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî? adlı asırlara yön ve yol veren, eserini gönül
ikliminde lif lif dokumaktadır. Tohma Çayı?nın, Zaviye Mahallesi?ni ikiye bölen
akış yatağında, bir anafor çizip yoluna devam eden bir sahildedir. Burası suyun
helazonik bir atmosferi altında, serinliğin servi boyunca çağladığı bir mekândır.
Su genişleyerek dağılır, sonra edeb timsali kıvrılarak ?Köşk? olarak
adlandırılan dağın dik indiği bir taş duvar koyunda, bahçenin suyla kesiştiği
bir ruh atmosferinde yoluna devam eder. Sonsuz bir tat, anlatılmaz bir mana cümbüşü,
yaşanır bu koyda?
Hulûsi Efendi, gönül ateşinin ferini, sıcağın bedenleri rahatsız ettiği
zamanlarda, bu koyda gidermektedir. Bir ikindi sonrası? Etrafında gönül
dostlarından bir çember? Kömür ateşinde kaynayan çay, sakinin usta ellerinde
küçük bardaklarda, büyük manaların taşındığı bir anlam iklimine bürünür. Söz
gönülden dile, oradan hüzünle karışık sevinç şelalesine dökülür ve mısralaşır?
Çalış
tefeyyüz eyle, yücel temeyyüz eyle.
Fazilette sehada örnek insan ol
örnek.
Doğruluk
karın olsun, vefa şiarın olsun.
Sadakatte vefada, örnek insan
ol örnek.
Dünyada bütün kuru ilim ve felsefe doktrinlerini çürütecek çapta bir
nasihat örneği sergiler tüm çağlara...
Âlemi
sen kendinin kölesi kulu sanma,
Sen hak için âlemin kölesi ol
kulu ol.
özdeyişi
ile kararan ruhlara, gönül ikliminden esintiler sunuyordu. İnsanlık, egoizm
atının hırs yelelerinden tutmuş, doludizgin bir felaketin doruğuna doğru at
koştururken, bu sözler insanlık ehramının en tepe noktasında bir bayrak gibi
dalgalanıyordu.
Bütün bu ruh ve mana portelerinden çıkaracağımız dersler olmalıdır.
Tarihle yeniden ülfet etmenin, madde ve manada zirveye koşmanın, gönül medeniyetimizin
yeniden inşa ve ihyası ile mümkündür.