Abdulhamid YOLCU


Darendenin kıymetini bilmek


Allahu Teâlâ biz insanlara çeşitli özellikler ihsan ederek yaratmıştır. Bizleri diğer canlı türlerinden ayıran bir takım hususiyetlerimiz vardır. Şöyle bir tefekkür ettiğimizde, akıl nimetinin insanların en temel vasfı olduğunu anlıyoruz. Akıl vesilesiyledir ki bizler sürekli olarak zahiri planda gelişiyor, icatlar yapıyor, şehirler kuruyor, ülkeler inşa ediyor ve medeniyetler tesis edebiliyoruz.

Dini açıdan baktığımızda da hemen ?Aklı olmayanın dini olmaz.? sözünü hatırlıyoruz. Dinimize göre vazifeleri yapmak zorunda olmanın şartlarından birisi de akil olmaktır, deliler ve mecnunlar mükellef değildir. Akıl kavramını konuşurken elbette sadece beynimizle yürüttüğümüz zihni faaliyetlerin toplamını, yani zekâyı anlamıyoruz. Zekâ bu yönüyle daha dar kapsamlı bir kavramdır. Akıl dediğimizde asıl olarak zihni faaliyetlerin bizleri yaratılış gayemize uygun davranmaya yöneltmesini anlıyoruz. Kişiyi yoldan çıkaran davranışlar kişinin akıl yönünden noksan olduğuna işarettir.

Bizlere lutfedilen bir diğer vasıf ise iradedir. Rabbimiz bize herhangi bir durumda doğru olan davranışı seçme kabiliyeti olan aklın yanında, bir de o doğru ameli işleme gücü olan iradeyi nasip etmiştir. İrademiz sayesinde, rüzgâr önünde uçan bir kuru yaprak olmaktan kurtuluruz. Diğer taraftan insan olarak irademizin cüzi olduğunu da unutmamak gerekir. Allahu Teâlâ külli irade sahibidir. Kendi inisiyatifimizde olan davranışlardan dolayı sorumlu olmamızın hikmeti hem akıl hem de irade sahibi olarak dünyaya gönderildiğimiz içindir.

Akıl ve iradenin kıymetli olması ve kendilerinden beklenen faydayı vermeleri ne ile mümkündür? Kanaatimce ancak iman ile mümkün olur. Tohum ve su, toprak olmadan bir ağaca dönüşmez. İman ağacı ise gönülde kök salarsa kişiye salih amel meyveleri nasip olur. İşte sahip olduğumuz bir diğer lütuf da hazinelerden daha kıymetli olan gönüldür. Gönül mahiyeti ancak ehlince bilinen bir kavramdır ki, biz idrakten aciziz. Fakat ehlinin tarifine göre bir nebze anlamaya gayret ederiz. Nasibimizde olduğu kadarıyla ne olduğunu fark etmeye çalışırız. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri Divan-ı Şerif?inde gönül hakkında şöyle buyuruyor;

Gönül bir bahr-i ummandır, ona haddü payan olmaz

Derunu dürr ü cevherdir ki pinhandır ayan olmaz

O dürr ü cevheri bilip, heman sarrafına tapşır

Bu cevher cevher-i Hak`tır, gayrılara beyan olmaz

Uçsuz bucaksız, adeta sınırı olmayan büyük bir okyanusa benzetilen gönül, en gizli derinliklerinde öyle değerli bir inci saklar ki, o incinin bilinmesi, aşikâr olması çok zordur. Fakat böyle bir incinin en azından var olduğunu bilmek de insan olarak üzerimize vazifedir. İşte var olduğunu bilmekle müşerref olduğumuz bu paha biçilemez inciyi ehline emanet etmek gerekir. Hele de gönül deryasında saklı olan bu inci öyle bir incidir ki, Allahu Teâlâ tarafından ihsan edilmiştir. Ehlinden gayrısına beyan edilmez. Öyle ya, sarraf olmayan altından, inciden ne anlar?

Darendeli hemşehrilerimiz gönül deryasındaki incileri işleme kabiliyet ve yetkisine sahip olan gönül sultanları ile aynı memlekette yaşıyor olmaktan dolayı ne kadar iftihar etseler azdır. Allahu Teâlâ?nın izniyle kıyamete kadar gönül sultanlarının tasarrufu devam edecektir. Hulûsi Efendi Hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyuruyor ya: ?Pirimiz İhramcızâde Hazretleri hac dönüşü Darende?yi teşrif ettiler. Bizim bahçede oturuldu, çok kalabalık vardı. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi (k.s), ?Gardaşlarım Darende?ye ilk geldiğimizde bir çocuk bize yol gösterdi. Biz de o çocuğa para vermek istedik, parayı almadı, ?Ben himmet isterim.? dedi. Biz de ona himmet ettik. İşte o çocuk bu Hulûsi Efendi?dir. Gardaşlar, şimdi Hulûsi biz, biz Hulûsi, olduk. Darendeliler Darende?nizin kıymetini bilin. Darende?nin suyundan, bir avuç su, toprağından bir avuç toprak olsam o şeref bana yeter.? diye buyurdular.

Rabbim kıymet bilenlerden eylesin. Âmin.