Küresel ısınma ile dünya ikliminin her an değiştiği
günümüzde mevsim normallerinin üstünde sıcaklıklar yaşadık. Geçmişte ?çöl
sıcağı? yada ?deve çatlatan sıcaklar? diye tanımları dahi yapıldı. Hatta ülke olarak sıcaklıktan dolayı kamu
kurumlarının tatil yaptığımız günleri hafızalardan çabucak silinmişe
benziyor.
Yolumuzun önemli haslet ve vazgeçilmezi sohbettir. Halis niyetle yapılan
sohbetlerimiz, fiziki ve beşeri anlamda içimizi serinlettiği gibi, günah
girdabında boğulan nefsimizi iç serinliğe kavuşturduğu ehlince bilinir. Kişi burada sükuna erer, burada manevi
inkişafa kavuşur. Adeta dış dünyanın gidişatını, dedikodulardan biraz olsun
uzaklaşarak burada olgunluğa erişir.
Havaların
ısınmasıyla, artık kapalı alanlarda durulamaz olunca sahra sohbetleri
başlar. Bu bir yerleşim yerinin hakim
bir noktası olduğu gibi, bir vadi yamacı, yada bir su kenarı olabilir. Gün
öncesinden sahranın yapılacağı belde ihvanlarını tatlı bir telaş başlar. Farklı
yerlerden bu sohbete katılan ihvan-ı yaran, Efendimizin mihmandarlığında,
ömürde bir kere gelip, bir daha hiç karşılaşılmayacak müstesna yolcu gibi
ağırlanma gayreti içine düşülür. Bu belde, bu yöre, yada buranın sevenleri için
bu fırsat, iyi değerlendirilmelidir. En ince ayrıntı gözden geçirilir. Dışarıdan
gelecekler için yol boyu gönüllü görevliler hazırlanır. Vakfımızın flaması,
belli noktalara işaret taşı gibi yerleştirilir ki, sahraya giden güzergah
davetliler tarafından zaman kaybetmeden bulunsun. Böyle anlarda, zaman som
altın değerindedir. Sohbetin ve mürşitle buluşmanın hiçbir anı ve karesi
kaçırılmamalıdır. Zira Efendimiz, Mürşidimiz başkanlığında orada sohbet
yapılacaktır. Sahra sohbeti yapılacak mekân, gelenlerin günlük ihtiyaçların
karşılayacak duruma getirilir. Çevre temizliğine en hassas bir emanet gibi gerekli
önem verilir. Göze ve gönle hoş gelmeyen, bir çöp dahi gün öncesinden hummalı bir
çalışma ile ortan kaldırılmıştır. Bu toplukta, söz ile öz, eylem ile niyet,
madde ile mana, et ile kemik gibi iç içe geçmiştir. Nefislerine tatbik etmedikleri,
hiçbir öğüdü başkalarına söyleyerek vakit geçirmezler. Güneş hep aydınlattığı
için devran da dönmeye devam edecektir. Bu kapı kıyamete kadar, hakkın,
hakikatın güzelin ve doğrunun tatbikçisi olarak açık kalacaktır temennisi ile
gözyaşları akıtılır.
Mümkünse
şehrin mülkü erkânı, bir manileri yoksa belediye başkanları, muhtarlar bu
sohbetin baş konuklarıdır. Çevreye verilen önem kadar, bu davetlerle bölge ve
yöre insanında gönlü alınır. Efendi Hazretlerinin teşrifi ve hazırlanan mekâna geçmesi
ile semaverden çaylar dağıtılmaya başlar. İhvan-ı yaran mürşidine nazır, iç içe
geçmiş halka şeklinde oturma düzeni alırlar.
Gazelhanlar, manevi iklimin anaforunda
içli ve lahuti derinlikteki sözlerin otağı olan Divan-ı Hulusi Şeriften, adeta kainata
senfonik bir konser sunarlar. Bu sunuşta asla riya yoktur, geri replikler söz
konusu değildir. Gönülden gönüle bir
kutlu yolculuk başlar. Bu manevi ortamdan, Ehli olan sonsuz bir haz duyar ve
hiç bitmesin ister. İnsan o anı devam ettirmek için, elinden gelse güneşi göğe çivileyecektir.
İhramcızâde İsmail
Hakkı Efendi Hazretleri, daha çok Sivas merkezinde Kepeneğin Gözü?ne sahraya faytonla
giderdi. Sahra sonrası ise Seyran Tepesinden yaya olarak
şehre dönerken, dilinde ise evrad-ı bahaiyye?yi yüksek sesle okumayı
ihmal etmezlerdi.
Pirimiz Es-Seyyit Osman Hulusi Efendimizin,
Bolu- Gerede? nin Yünlü yaylasına yaptığı sahralar hafızalardan silinmemiştir. İsminin çağrıştırdığı özelliğinden mi yoksa ;
?Yar ile sürdüğün dem, içtiğin bade kalır? mısralarının
ruhumda açtığı ayrılık acısı mıdır bilinmez, burası benim gözümde ve gönlümde
ayrı bir yere sahiptir
Sahra sohbetleri, madde ile
mananın buluştuğu zirve noktalar değil mi? İnsanın, tabiat ile hemhal olmanın ruhi
olgunluğa kapılarının açtığı zamanlar değil mi? Nefsimizde, yok oluş hakikatinin
nokta nokta yaşandığı lahuti fırsatlar değil mi? Dünya yalanın, ahiret
hakikatine dönüştüğü, levh-i mahfuzda verdiğimiz sözün mekan üstünde
kavilleşmesi değil mi? Kendimiz olmanın, kendimiz kalmanın kısa fasılaları değil
mi? Gıybet ve günah anaforunda savrulduğumuz, dünya vitrininde satılık vazo
gibi çakılı kaldığımız mekândan, bir dem olsun uzaklaşmak değil mi?
Efendi hazretleri ile burada
buluşmak, manevi atmosferin lahuti kokusunu
yaşamak, gönlümüzün doyduğu lezzet sofralarına dönüşür. Füyuzatın semadan katre
katre indiği, bu demlerin kıymetini iyi bilmeliyiz. Gök kubbe altında
tasarrufta bulundukları mahlûkatın nasiplendiği müstesna anlar olarak sahra
sohbetlerini fırsata dönüştürmeliyiz.
Bu sohbetlerden mahrumiyet, sonsuz bir arzu
olup içimizde özleme dönüşmeli. Zira katılamadığız sohbetlere, bitmeyen bir
senfoni gibi kulağımızda uğuldadığını hissetmeliyiz. Neyi kaçırdım, nelerden
mahrum oldum diye hayıflanıp durmak bizim içten içe yanışımız olmalıdır. Bazen
mahrum gibi olduğumuz malikiyetler için, Piran?ın himmeti ile çektiğimiz
hasretin yüzü suyu hürmetine, nice nimetlere dönüşürde haberimiz olmaz.