En çok da şarkılarda
hüzünle yan yana anılan mevsimdir son bahar. Yapraklar sararmaya yüz tutar,
gazeller yola düşer. Edebiyatımız son baharı, hep insanla özdeşleştirir. Oysa
bu ilk güzün renk coşkusu baharı bile bastırır. Bahar dediğimiz ilk yaz ise tek
renktir. Son bahar öyle mi? Hüzünlü çağrışımlar alınganlık algısına bürünür
lakin kedere gerek var mı? Kadere inancın varsa
gerisi boş laf.
Osman Hulusi Ateş,
Divan-ı Hulusi-i Darendevi?de en uzununu
dahi yaşasan ömrün akıcılığını aktarır:
?Ey
gaflet od?una yanan, / Gâfil ömür geçti
gider. // Bu yokluğu bâkî sanan, / Gâfil ömür geçti gider.
Aldanıp
vara yandığın, / Mağrur olup dayandığın, // BâkÎ kalacak sandığın / Gâfil ömür
geçti gider.?
İsterse kabullenmeyin;
her gün insanlar doğmakta, her gün insanlar ölmekte. İster doğanın kanunu
deyin, ister Allah?ın emri. Evet Allah?ın emriyle dört mevsimi yaşamış, 24
Ağustos 2014?te seksen sekiz yaşında dünyasını değiştiren bir büyük şairimiz
Bekir Sıtkı Erdoğan?ın iki dörtlüğünü buraya alarak kendisine Allah?tan rahmet
diliyoruz.
?Dolaştım
beldeler, boylar / Urum, Türkmen, Arap köyler
Pınarlar,
çeşmeler, çaylar / Akar Mevlâ?ya Mevlâ?ya
İnandım
aşk-ı mutlak bir / Gönül bir, sevgi bir, Hak bir
Dilim
doksan dokuz tekbir / Çeker Mevlâ?ya Mevlâ?ya.?
Güzün rengi de
çok, yüklendiği anlam da. Bir de verdiği tatlı telaşlara, heyecanlara bakalım:
Güz demek okul demek, kayıt demek, servis demek, yurt demek. Tayinler, nakiller
bitmiş; herkes göreve hazır demek. Haydi çocuklar okula demek. Eczaneler için
de haydi aşıya demek. Babalara masraf demek. Geleneksel kış hazırlığı demek.
Turşular kurulur, biberler, patlıcanlar oyulur, iplere sıralanır, salçalar, pekmezler
dizi dizi dizilir. Kimi yapar, kimi satar; kimi alır, kimi getirir, kimi
götürür. Getirenden, götürenden, bitirenden, yetirenden hepsinden Allah razı
olsun. Bu telaş yeter ki bitmesin.
Türkiye seçim
telaşlarını tamamladı. Yeni Türkiye, yeni cumhurbaşkanıyla, yeni başbakanıyla
ilk güze giriyor. Allah utandırmasın. Malumu ilama gerek yok. Bu kaçıncı
cumhurbaşkanı, kaçıncı başbakan, kaçıncı hükümet? Bu güz Türkiye
Cumhuriyeti?nin kaçıncı kuruluş yıldönümü? Ey arkadaş sen bu güz kaçıncı yaşa
gidiyorsun? Kaçıncı evlilik yıldönümünüz? Kaçıncı evi değiştin, kaçıncı çocuğa
hamilesin? Bu sıralamalar insan yaşadıkça var olacak. ?İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın.? Dememiş miydi Şeyh Edebali Osman Gazi?ye? Kaçıncı Türk devletinde yaşıyoruz?
Dünya kaçıncı asırda? Sen kimsin , ailenin kaçıncı kuşağısın? Bilen var mı?
Soran sen ol; bilen sen ol. Sen önce, sen ol. Hak, hakettiğini verir zaten. Ey
güzel insanlar! Güz, çalışmak zamanıdır. Tatiller bitti. Seçimler bitti. Şimdi
halkın için, Hak için ve de hakkın için çalışmak vaktidir. Kul çalıştığı
kadardır demiyor mu ayet-i kerime? Nerede çalışırsan çalış; nereye çalışırsan
çalış. İçini Hak biliyor; dışını halk.
?
Nâr-ı Mahcûbiyyet? kavramını
duydunuz mu? Gençler bilemez, yetişkinler anlayamaz, büyükler yaşayamaz. Ne
olacak? Mahcûbiyyetin ateşi, utanmanın verdiği yüz kızarıklığı. En hafifinden, anlaşılır
hali. Ağır olanı ise utanılacak şeylerden dolayı cehennem ateşinde yanmak
seçeneği. Kim ister? Kim ki dünyada yaptığından hicab duyuyor, utanıyor, sıkılıyor,
mahcupluk hissediyor; o nâr-ı mahcûbiyyet?i
biliyor demektir. Yaptıklarını kimse görmedi diyelim, kimse bilmiyor ; hiçbir
güvenlik kamerasına takılmadı, gizli kameralar da çekmedi, kimseler sizi
dinlemedi peki tamam ya sonra, o zaman önüne gelen dosya pardon amel defteri getirildiğinde ne
yapacaksın? Nar-ı mahcubiyetten öyle bir hale düşmek yerine belki de cehennem
ateşine sen atılacaksın. Mahcup olmamak ya da olmak işte bütün mesele bu. Duaların bir köşesinde sıkışmış kalmış
mahcup bir cümle vardır. Ben onu oradan çıkarıp buraya koyuyorum: Allah, nâr-ı
cahîm?inden muhafaza etsin hem cümlemizi(!), hem de hepimizi. ?Amin? diyorsanız
siz yolu biliyorsunuz zaten.