Cemil Gülseren


Karman çorman


Herkes her şeyi biliyor mu? Hayır, bilmiyorlar. Herkes bilmek istediğini biliyor. Duymak istediğini duyuyor. Fazlasına tahammülümüz yok. Fransızların sözüdür: “Öküzün dünyası, gözlerinin gördüğü kadardır.” En yakın misal Mısır katliamı ve sessiz kalan dünya. Türkiye hariç. Ne Batı’sı ne Doğu’su ne Arap âlemi... Herkes Fransız…

Siyasi ve sosyal olaylar yine siyasi ve sosyal değişimlerin neticesidir. Önce düşüncesi gelişir sonra olaylar vuku bulur. Bu esnada kimi kelimelerimizin de anlam değişikliğine uğraması kaçınılmaz olur. Yeni kavramlar, yeni anlamlar dilimize yerleşir. Artık ‘Gezi’ bir kavram olmuştur. Çapulcu’nun başına geleni hiç sormayın. Ötekileşmeyen çok az ortak değerlerimiz var zaten. Ne olur polemiğe sözlüğümüzü katmasak. Günübirlik olaylar sözlüğü değiştirir mi hiç? Kısır döngülere alet olmayacak, ayrılaştırılamayacak kamusumuz (Lügat) Cemil Meriç’in ifadesiyle “bizim namusumuzdur.” Koşan adam, yürüyen insanlar, duran adam… Değişim durmaz. Yeni kavramlara, yeni söylemlere alışık olmak gerek. Ancak ‘Koşan Türkiye’ dedirtmeyecekler. Türkiye pek çekilmiyor. Tartışan Türkiye’yi kimse benimsemedi. Karışan Türkiye dışarıda daha çok isteniyor. Dahası bekledikleri o. Darbelenen Türkiye olsun daha da iyi olacak. Yorulan, Türkiye olsun. İstenen bu. Kim istiyor? Dış güçler. Kim bunlar? İçi bir türlü doldurulmayan dış güçler ifadesi 200 yıldır da söylenir. 200 yıldır mesailerine ara vermemişlerdir, vermeyecekler de. Kananlar, aldananlar, kandıranlar, yanıltanlar hep olmuştur, olacaktır. Bu düşman güçler hep tetiktedir özellikle de barış zamanlarında. Savaşı başlattıkları zaman mutlu mesut kenara çekilip leş yiyicileri gibi beklerler. Mısır’da, Suriye’de, Irak’ta hasılı tüm Ortadoğu’da olan bu. Türkiye’de olmasını bekledikleri de o. Müslümanlar hep uyur, onlar hep uyanıktır. Onlar ne Arap’ı sever, ne Türk’ü ne de Kürt’ü. Onların derdi bunların birbirine girmesidir.

Onlar Batı’yı karıştırır, ayağa kaldırır; Doğu’yu organize eder, Güneydoğu’yu kalkışıma zorlar; Karadeniz’e fitne sokar, Ege’yi dürter. Arka planda tencere tava çaladursunlar, gezi diye yatıp kalkalım senin ülken çok daha ciddi sorunlarla yüz yüze. Biz ıvır zıvır konularla rehavetteyken, biz tencere tava ile oynaştayken büyük fotoğrafın görünmesi perdeleniyor. Gazlı, biberli çelik çomak oyunu herkesin gerçekleri görmesine mani oluyor. Misak-ı Milli tehlike içinde ey millet. Neyi kimden saklıyorsunuz? Evet, Batı oyalanıyor, Güneydoğu’da bildiklerimiz ise bize bildirdikleri kadar. Ötesi mi? Oldubittiden sonra ne denirse onu diyorum. Her gazete, her kanal işine geldiği gibi yönlendiriyor. Herkes en doğruyu, en gerçeği kendisinin söylediğini zanneder. Özellikle televizyonun büyüsünden olsa gerek ekrana çıkan ya da çıkartılan bir anda allâme-i cihan sanıyor kendini. Bilmediğini bilmeyenler de bildiklerini sandıkları için âlime muallim kesiliyorlar. Bu insanlar var ya Fatih’e siyasi dehayı, Atatürk’e komutanlığı, Sinan’a mimarlığı, Akif’e şiiri, Mevlana’ya hikmeti, Yunus’a doğruluğu, Mecnun’a aşkı öğretmeye kalkarlar. Bunlar Fuzuli’ye de çatarlar, Yunus’a da değnek ararlar, Mevlana’ya da sataşırlar. Bu televizyon yüzlerine yüz veren de sorumlu değil mi? Sorun tek otorite kendileri olduklarını sanmak. Tek cevher kendileridir. Sansınlar. Ukalalık diz boyu. Ne halden anlarlar, ne sohbetten. Ne candan konuşurlar, ne canandan. Sohbet-i cananın kıymetini ise hiç bilmezler. Onlar kendilerinden akıllıya da tahammül edemezler, bilgiliye de. Meydan yalnız onun olsun ister. Uysa da uymasa da dışarıdan bir hikâye ile bu noktada akıl taslamakla sonuca gidilemediğinin resmini görmenizi istedim: Adamcağız kan çanağına dönmüş gözlerle psikoloğun odasına girer. Uyuyamıyorum doktor bey, der. “Bir haftadır uyuyamıyorum. Yatağa uzanıyorum, tam uykuya dalacakken birden karyolanın altında birisi var gibi geliyor.” Doktor Bey: “Şu ilaçları kullan ve bir hafta sonra kontrole gel.” Adam gider ve geldiğinde gözler öncekine nazaran daha fazla şiştir. Doktor: “Ne oldu?...” Adam: “Sorma doktorum… İlaçları aldım almasına ama karyolanın altında hâlâ birileri saklanıyor olsa gerek. Tam ben kontrol etmek için karyolanın altına baktığımda aniden oradan yok olduklarını fark ediyorum.” Doktor: “Bu hafta değişik bir usûl uygulayalım. Yatağın altında birilerinin olduğunu anladığın anda yatağın altına gir ve orada uyu.” Adam bir hafta sonra yine kan çanağı gözlerle gelir. “Doktor bey, karyolanın üstünde yatarken, karyolanın altında birileri var zannettiğimde, söylediğiniz gibi karyolanın altına yatıyorum. Bir müddet sonra da bu sefer karyolanın üstünde birileri var gibi geliyor. Bir alta bir üste taşınmaktan gözüme uyku girmiyor.” Doktor: “Sana Hint tarzı bir terapi uygulayacağım ve bunun ücreti de 500 dolar.” der. Adam: “Kusura bakmayın, o kadar param yok.” der ve muayenehaneden çıkar gider. Ertesi hafta doktor hastasıyla yolda karşılaşır. Hastanın kan çanağı gözleri düzelmiştir. “N’oldu?” der doktor hayretle. “Hiiç…” der adam, umursamaz bir tavırla.. “Sorunu marangozumla 10 dolara hallettik.” “Nasıl yani?” der doktor. Adam: “Marangozum geldi ve karyolanın ayaklarını kesti. Sorun da bitti. Şimdi yatağın üstü de altı da bir artık. Çözümü hiç de öyle karman çorman değilmiş.”