M. Nazmi Değirmenci


Hey onbeşli, onbeşli


Aşağıulupınar beldesi ve Yukarıulupınar Köyü arasında, köprübaşındaki çeşmenin arkasında İbrahim Yüksek’in mütevazı bir evi vardır. Darende dönüşünde evinin önündeki maşara kapısına benzeyen, bahçe kapısını açık görünce durdum, bir dost ziyaretinde bulunmak, hatır sormak, gönül almak, günü kârlı kapatmaktı amacım. Evde kimse yok kapı da kilitliydi, bahçeyi dolaştım kimseler yok, telefonla aradım. “Darende’den geliyorum yoldayım.” dedi bekledim biraz sonra geldi. “Bahçenin kapısını rüzgâr açmış buraya uğramamız için bize de vesile olmuştu. Ayaküzeri hal hatır sonrası Malatya’ya gideceksen götüreyim.” dedim. “Olur, ama önemli bir işim var, arılara bakmam gerekir, arı keki vermeliyim, onlar gıdasız kaldılar, azıcık bekleteceğim.” dedi. İbrahim Ağabey sekseni devirmiş güngörmüş bir büyüğümüz. Sivas’ta, Malatya’da esnaflık yapmış, hayrî hizmetlerde bulunmuş, gönül ehli biri. Geçen yıllarda eşini kaybettiğinden bu günlerde yalnızlığın durgunluğu var üzerinde. Kışın üç ay Malatya’da kalır, haftada birkaç kez görüşürüz.

“Kovanların yanına giderken özel tül başlıklı elbisen yok mu?” dedim, “Yok onlar benim kokumu bilir ve beni sokmazlar.” dedi ve öylede oldu. Kovanları açtı, arılarla arkadaş gibi, kovanlara tatlı karışımlı kekleri yerleştirdi. Alan memnun satan memnun, ne güzel bir dostluk... Sen sevgi verirsen karşılığını arıdan da olsa alırsın. Malatya yolunda ben sordum İbrahim Ağabey anlattı. Söz geldi Gazi olan Rahmetli babasına.

“Babama Haco Hasan derlerdi. 1. Cihan Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde savaşmış gazilerdendi. Savaş yıllarını anlatırken heyecanlanır, bir şeylere hayıflanır ‘ah’ çekerdi. Onun ağzından çok duydum şu cümleyi, ‘Askeri bu soğukta Allahu Ekber Dağları’nda cepheye vurma demişler, ama haber anlatamamışlar Enver Paşa’ya, 900 kişiydik 300 kişi kaldık.’ derdi. Babama savaş anılarını, savaş sonrasındaki esaret günlerini sorarlar o da anlatırdı. Hep kulağım da kalmıştır. “Vurulmuş bir Rus subayının, kalın yün paltosunu alıp giydim o beni kurtardı.” derdi. Askerlerin soğuktan kırıldığını böyle özetlerdi. Hayvan tırnağını kemirerek yemeye çalışan bir askere, “Hayvan tırnağı yenmez öldürür seni.” diyen arkadaşına, “Beni kandırıyorsun ki sen yiyesin.” diyen askeri anlatırken, cephedeki açlığın, sefaletin durumunu anlatıyor, özetliyordu. Babam, Rus askerlerinin kadınların göğüslerini kesip sırtlarına attıklarını duyduğunu söylüyordu. İbrahim Ağabey babasını anlatırken, savaşın acımasız boyutunu gözler önüne seriyordu.

“Babamın esaret günleri toplama merkezinde başlar. Rus askerleri aralıklarla gelir yaralı var mı diye sorarlar. Babamın kolunda bir şarapnel parçası vardır, ama arkadaşı sıkı sıkıya tembih etmiştir, ‘Yaralı olduğunu söyleme.’ diye, babam, bu tembihata uymuş yaralı olduğunu söylememiş, söyleyenler götürülmüş akıbetleri meçhul. Sürgün, esaret hayatı… Sarıkamış’tan trenle Bakü’ye nakledilen esirler, Bakü’den Sibirya’ya gönderilmişler. Orada zor koşullarda esir kaplarında tutulmuşlar. Rusya’da Bolşevik ihtilalı olmuş, esir askerler evlere, çiftliklere işçi olarak dağıtılmış. Babam bir çiftçi aileye verilmiş. Yani hizmetkâr olarak çalıştırılmış. Babam, oradaki halkın, kurallara bağlı, doğru ve dürüst olduklarından sıkça bahseder örnek olsun diye de çokça şunu anlatırdı. ‘Bir gün tarlaya gitmek üzere at arabasını koştum, yolda bir bostan tarlasının önünde durduk. Her taraf karpuzdu, bir karpuz koparıp getirdim bana göre kurdun, kuşun, yolcunun göz hakkıydı. İkamet ettiğim evin çocukları bu durumu yadırgadılar ve bana tepki verdiler, evin kızı elimden karpuzu alarak geri götürdü ve karpuzu aldığım yere bıraktı. Bu davranış bende büyük bir mahcubiyet oluşturdu. Beni hırsız, davranışımı hırsızlık olarak niteliyorlardı. Bundan dolayı bana tepki verdiler, uzun süre bana kara pisik dediler. Rusya’dan bir Alman gemisiyle İstanbul’a döndüm, üç arkadaştık Ulukışla’ya kadar geldik burada eşkıyalar bir arkadaşımızı öldürdüler. Memlekete cepheden dönen üç kişiden biriydim.” Babasını, savaşı böyle anlatılıyordu İbrahim ağabey.

Kolay elde edilenin kıymeti olmuyor. Varsa bir şeyin hikâyesi değeri vardır. Bu hikâye anlatılmalı, öğretilmeli ki kıymeti bilinsin. Şehitler, Gaziler Gününü kutlarız. Zorla törene getirilen öğrenciler, ülkemizin her köşesinde, köyünde, beldesinde bu topraklar için toprağa düşmüş askerler var. Bunlar tanıtılmalı, hikâyeleri anlatılmalı, bilinmeli, bunun çalışması yapılmalı.

Hey on dörtlü, on beşli / Tokat yolları taşlı / On beşliler gidiyor / Kızların gözü yaşlı