Cemil Gülseren


Balaban’ın evleri


Duyanınız var mı bilmem ama bir gören durup bir daha bakar bu evlere. Baktıkça içine giresi gelir. Öylesine sıcak, çekici, kucaklayıcı olan Balaban Evleri hakkında bilimsel bildiriler de sunulmuştur. Envanterlere geçmiş, mimarlık ve sanat tarihleri kaynaklarında kendisine özel yer bulmuştur. Maalesef bu evleri bu gidişle çok çok yakın bir zamanda arşiv fotoğraflarda görebileceğiz. Hangi gidiş derseniz yok etmede acelecilik, korumada duyarsızlık gidişi… Gerekçemiz yani bahanemiz mi, o kadar çok ki. Betonlaşmış kafalarla modernleşme adına, şehirleşme telaşı ile zenginleşme havasıyla, gelişme yalanıyla, ilerleme rüyasıyla sonuç zevksiz, yığınla beton bloklar, tek tip model evler… Oh be Balaban da şehirleşti diyeceğiz ve üstelik gelişmişliğin göstergesi olarak sunacağız bunu da. Sonunda mı?... Çarpıdan kurtulduk, tozdan, çamurdan arındık, dam sıvamaktan, çamur çalmaktan, kar kürümeden usanmıştık zaten. Kadınlarımız rahata erdi. Elleri de çatlamayacak, belleri de bükülmeyecek. Bir de şu erikleri söktük mü ver elini Ankara olmadı Malatya. Gelir mi? Bir yerden gelir zahar. Nahır yıllar öncesinde bitmişti. Harman eli kulağında. Kala kala kayısı o noktaya geldi yarısı. Anlam veremeyiz ama sebepsiz değil. Bizim insanımızın ürettiği kayısı, fındık, incir, zeytin niye değerinde gitmez? Neden para etmez? Kesin Türk tarımını bitirecekler. Komplo falan deyip geçin siz.  Sen üretme, tüket. Biz sana daha ucuza veririz. Sen yeter ki ekme, biçme. Üstüne sana destek parası bile veririz. Unut üretmeyi. Sen evde yat. Para da hesabına yatsın. Tarla da yatsın, alet de çürüsün. Dışarıdan buğday, un, pirinç, mısır almıyor muyuz? Kayısıyı da İran’dan, Çin’den getirir kaysı borsasında yerlinin içine boca eder sonra da Malatya Kaysısı diye satarız. Yapmadığımız şey değil. Üç maymunu oynayan ülkenin insanları niye şaşırıyorsunuz ki? Gün bu gün. Yarın mı? Kabir karanlık. Giden de gelmiyor ki…

Tarla dönüşü

Gün boyu bahçede çalışıp da gün batımı yokuşu çıkıp evin önündeki sekiye sekilenmek nedir bilir misiniz? Oradan gelip geçenle muhabbettir; o sohbettir,  o yarenliktir, o bir nefestir ferahlatan. Hal hatır sormadır. Yarının programıdır, günün muhasebesidir. İstişaredir. O sekiler de yoklarda artık. Bu fasıldan sonra akşam yemeği gelir. Erişte çorbası, mercimekli bulgur pilavı arkasından dam sefası, yıldızlar altında süüklere yaslanıp oturduğumuz çaylı saatlerin tadını şimdi hangi TV dizisinde bulabileceğiz ki? Damda yatanın üstüne gün doğmazdı. Gün doğduğunda sen işinde yol almışsındır. Seher uykusunun kalan çeyreğini öğlen gün ortasında yemek sonrası şekerleme ile tamamlarsın. O ‘Boranı’nın üstüne ne de güzel uyunur. Tekrarı yok bu rüyanın. Film bitti.  Kaybettiğimiz insanlarımızdan sonra yaşadıkları evleri de arkalarından yıktık, yok ettik. Muhabbet de bitti, sanki o mimari tarz ile birlikte dayanışma da… Balaban Evlerini bilimsel olarak tez yapan Prof. Dr Bekir DENİZ ile 2009 yılında tanışmıştım. (O zaman Akdeniz Ünv. GSF Dekanı idi.) Balaban’ın evleri söz konusu olunca derinden bir iç geçirdi. Ben de… O, evlere acıdı, ben de, evle birlikte kaybettiğimiz insanlara, onlarla giden kültüre, yaşama biçimine yani insanlığa. Ben hâlâ acırım o insanların içtenliğine, dayanışmasına, güvenine. Şu itimada bakar mısınız? Bir evin damından hiç sokağa inmeden köyün üst başına gidebilirsin. Kardeşlik bu, komşuluk bu. Bir eşi, benzeri zor gösterilecek sosyal dayanışma, kaynaşma. Onlarla beraber hatıraları da toz olup uçtular. Aslı Halep Türkmenlerine dayanan Balabanlının kurduğu, şimdilerde tek tük kalan bu evler ``Kale Kent`` tarzı idi. O zamanın site evleriydi. Birbirine yaslanan, sırt sırta, him hime evler. Ortak havludan evlere geçilir, dertler paylaşılır, yemekler paylaşılır hatta ertesi günün işleri bile üleşilirdi. İmecenin en hasını ben küçüklüğümde köyümde Balaban’da yaşadım. Ben enayi miydim dersiniz?

Ey TOKİ severler, ey şehir sevdalıları, alın, dikin, yapın bireysel evlerinizi; çelik kapılara dayanın, demir kafeslere kilitleyin bedenlerinizi. Bencil, yalnız, içe kapanık, bir başınıza, kim kime; dum duma. Komşu hırlaşmak içindir. Akraba kıskanmak için. Çekememezlik alır başını gider. Dertler depreşir. Bunalımları antidepresanlarla savmaya çabalarsınız. Dede, ebe, nine, emmi, dayı, hala, teyze sığındığımız, dertleştiğimiz değil eleştirdiğimiz insanlar olur birden bire. Derdini ellere açarsın. Ne çare. Yad ellere kaçacaksın. Sevgi yok. Al sat var. Paylaşım yok, ödünç ver al. Evdekilerle birlikte âdetlerimiz de yittiyse, çerezi, çöreği, kömbesi, boranısı yoksa neyleyim seni Balaban? İkram mı facebook’ta fotoğraflarını yayınlıyorlar ya. İşte öyle bir şey.

NOT: Anlaşılmayan kelimeler için yorum yazarsanız, bilgi verilecektir.