Cemil Gülseren


İçimizden birileri


Taklit, tahkikin yerini alır mı? Ne dersiniz? Gidişat ne durumda? Bakalım vaziyet ne âlemde; Adamın ekmek alacak parası yok, gösterişli elbiseler, şatafatlı araba sahibi. Ardından söyler elin oğlu. Adamın saray gibi evi var; içinde salınan yâri yok diye türkü çığırırlar. Örneği mi, öyle çok ki. Mahallede, köy kahvesinde gelene geçene çay söyleyen her zaman varlığından mı ısmarlar sanırsınız yoksa eli bolluğundan mı? Onun için “desinler” yeter sebeptir. Tezatlıklara alışkınız biz. Adamın cep delik, cepken delik lakin yılda bir cep telefonu değiştirir. Son model sıfır araba merakı gibi oldu bu da. “Yok daha neler?” mi dersiniz, yok deve mi?... Örneğin ucu bucağı gelmez. Bir tane de tekerlemesini yazayım da tam olsun: Adamın aslı yok yaylasında yüz koyunu yayılırmış. Kim saymış? Söyleyen öyle diyor. Üstelik olmayan sürünün sütünü sağar, kesilmeyen koyunun etini kavurur bir de sana yedirir hem. Canım yemiş gibi yutkun işte. Yağmasa da gürlüyor ya. İçi seni yaksın; dışı, beni yaktı bile.

 

Ölüler zannedermiş ki diriler her gün helva yiyor. Yiyor musunuz? Temel’e sormuşlar: Haçan balığın üstüne niye helva yenir? Balık öldiğini anlasin diye daa… Adamın birinin canı helva istemiş belli. Demiş : “-Şekeriniz var…”, “-var.”, “-ununuz var?...” “-var.” “-e peki yağınız?...” “-vardır.” “-Niye helva yapıp da yemiyorsunuz?” Demek ki diri olmak yetmiyormuş. Kim yapa? Biri çıkacak da bunları katıp katacak da helva yapacak. Hazır var. Yer misiniz? Nerede? Tilkiye sormuşlar: “-Tavuk sever misiniz? (Gülmekten katılmış. Cevap verememiş.) Rahmetli Şeyh’ül-Muharririn Ahmet Kabaklı da organizasyon eksikliğinden (Bence beceri ve yetenektir) yakınırdı. Eskiden beri devletçi, teşkilatçı karakteristiklerimiz var diye anlatırdık. Millete ne oldu? Kabuğuna çekilmek bu mu yoksa? Aman bana neciliğin arkası da önü de bu işte. İçe kapandık. ‘Vurdumduymaz’laştık.” Benim üstüme ne vazife?” noktasındayız. Öyle ki dört kişilik oyunu bile tek başına oynuyoruz. İnternet üzerinden, bilgisayar başında kendini dört kişi yerine koyup okey oynamanın bir izahı var mı? İçsellik mi ilkellik mi hayır hayır içe dönüklük, yalnızlık. Başka bir şey değil. Köy kahvelerinin bile sosyal yanı yadsınmamalı.

 

Dökme suyla değirmen döndürmek zorunda mıyız? Oğul atadan görmeyince sofra nasıl açılır, nereden bilecek? Bir de ‘ne yer, ne yedirir’ tipler vardır. Yaralı parmağa merhem olmaz taifesindendir onlar. Yemeyen zaten yediremez. Hık demiş burnundan düşmüşü biz fiziki benzerlik için kullanırız. Örfüyle, töresiyle, huyuyla, suyuyla ortak değerlerimiz de az benzese ya. İster anasına bakın kızını alın; ister kenarına bakın bezini alın. Sözün özü görgü, görenek, usül erkan, âdâb lazım. Bunu da vermek lazım. Verilince de almak lazım.

 

Nur içinde yatsınlar dedeler, neneler. Torunlara örnek olmak lazım derlerdi. Ayağa kalkılsın, eller öpülsün, gönüller alınsın. Görsünler alışsınlar. Adem oğlu bu. Dışı başka içi başka. Yadırganmıyor artık. Üstelik yüze başka, ize başka konuşurmuş. Zaman değiştiriyor demek ki. Şimdi başka, sonra başka. İkiyüzlü, riyakar, yalancı kelimeleri böyle çıkmıştır ortaya. Sözünden cayanlara da “dönek” denmiyor artık. Şartlar değişti,  rüzgar farklı yönden esiyor hem. Artık bu duruma mum bile dayanamamış erimiş bitmiş. Ne gam. Zaten o mum erimeye mahkumdu dibine bile ışık veremeyen mum neye yarar ki?

 

Fabllarda derler ki karga gerisine tavus kuşu tüyü takmış. Tövbe yalan. Hiçbir karga bunu yapmamıştır. Yapmaz da. O insanoğlu değil. Adı üstünde karga. Bu masalcılara da kızıyorum artık. Kendi yaptıklarını zavallı hayvanlarda gösteriyorlar. Onlar hiç değişmedi. Bozulmayı değişme diye sen yutturuyorsun ey insanın oğlu. Özenti insanlarda aldı başını gidiyor. Her şeyin sahtesi aslından bol iken taklidi gerçeğini geçmiş iken beyhude çabalar beyhude. Sahteler özün önünde “Gibi”ler “kendisi”ni geride bırakmış. Şimdi şu cümlelerin hangisini seçersiniz;

 

Ben dürüstüm, Ben dürüst gibiyim. Yeter bence. Kim der ki ;”Ben dürüst değilim” O halde…

 

Elbette biz “adam” olmayız. Herkes uzman, herkes her şeyi biliyor, hem de en iyisini. (Ne de biliyoruz ki?) Bilgiçlik huyumuz. Bu da bize eleştirme hakkı veriyor. Büyüğümüzü, küçüğümüzü, iyiyi kötüyü, güzeli- çirkini, haklıyı haksızı hiç ayırt etmeden tenkit ediyoruz. Buluruz muhakkak bir eğrek. (noksan) Üstümüze yok. Artık duygusallığımızdan bıktım.

 

Kalsın böyle sıcakkanlılık olmaz olsun. Yardımseverdik onu da kurumsallaştırdık. Dayanışma mı dediniz? O da gitti gidiyor. Sosyal paylaşım sitelerine bakın yeter. Beğendin ya da beğenmedin. Hepsi bu. Tepkimiz de bu kadar katkımız da, katılımımız da. Haydi paylaşalım. Sonra?... Ha bu arada hayvanlar âleminden bir haber: “Siz insanlar demişsiniz ki ‘Evdeki buzağı dana olmaz.’ Buzağılar evden kaçma telaşında imişler. Ne dediniz sahi; Taklit, gerçeğin yerini alır mı?...