Cemil Gülseren


Şimdi değil de ne zaman ?


“Geciken adalet, adalet değildir” sözünü çok duymuşsunuzdur. Hoş bizde adaletin gecikmesi de vaka-yi âdiyedendir. Hem de âdet olmuş neredeyse. Üstelik de pek yaygın bir ön yargı. Vaktinde olacak olursa her şey çok güzel. Vaktinde olan, hem tadında olur hem yerinde…

Geç gelen şöhretiyle ünlenmiş ancak çabuk unutulan bir usta sanatçımız vardı; Urfalı Halk Müziği Sanatçısı Kazancı Bedih. Üreten, icra eden ve yetiştiren bir üstaddı. Altmışından sonra meşhur olmuştu. İbrahim Tatlıses’e hocalık yaptığı da söylenir. Bir söyleşisinde Rahmetli; “-Ben altmışından sonra gelen şöhreti neyleyim?” tarzında bir sitayişte bulunmuştur. Zaten o şöhretin kazancını bile göremeden, sobalı evinde soba zehirlenmesinden dünyasını değişmiştir. Sıra gecelerinin, eyvan programlarının bu değerli sanatçısını kaloriferli bir eve koyacak kadar vefalı talebeleri olamamış demek ki (!). Demem o ki, şan, şöhret, mal, mülk, han, hamam bile vaktinde gerek.

Vaktinde kılınan namaz, vaktinde eda edilen hac ne ala. İyilik, ihsan hepsi vaktinde olmalı. Elin ayağın tutmazken, gözün görmezken yaptıkların çaresizliğin, son pişmanlığın neticesi sayılmaz mı? Heyhat ki ne heyhat. Eyvah ki ne eyvah. Namaz, hac sanki emekli olunca niyetlenilen ibadetlermiş gibi algılanırdı bir zamanlar. En azından bu anlayış kalktı şimdilerde. Bizim memleketimiz Darende’de bazı büyüklerimiz ölmeden önce ‘yemek dökerler.’ Hani şu ölenin ardından sonra verilen geniş katılımlı bir yemek var ya hatimli yahut mevlidli o işte. Kimisi de bunu kendisi sağken kendi eliyle verir. Biraz garip ya da tuhaf bulabilirsiniz ama sağlamcılık denir buna. Kayınpederim de böyle yapanlardandı. Yemeğe gelen birisi : “Soyadı Delibaş ama kendisi çok akıllı.” Demişti onun için.

Babaların en sinirli olduğu zamanlar genelde yemek saatleridir. Yemeğe vaktinde gelmeyen gençler, ne şimşekler çekerler üstlerine bir bilseler. Soğuyan yemeğin ne tadı kalır, ne tuzu. Ha bu arada tuz’un Türkçe’de ‘tad’ anlamında olduğunu da belirtelim. Böylece bir ikilem oluşturmuş oluyoruz “Hiç tadım tuzum yok.” Derken. Yemek, aile fertlerinin bir araya geldikleri, birbirinin yüzünü gördükleri vakittir. Hele de akşam yemekleri bulunmaz bir fırsattır. Niçin? Huzur için, istişare için. Ne soğumuş çorbanın lezzeti ne de soğuk çayın muhabbeti olur.

Savsakladığımız biraz da aldırmaz olduğumuz bir geciktirmeden de söz etmesek gençlerin gönlü kalır. Hoş asıl vurdumduymaz olan onlar. Geciktirenler onlar, ciddiye almayan onlar. Evlilikten söz ediyorum. Demir tavında dövülür de gençlere bir şey denmiyor. Anne babalar mürüvvetlerini görsek der yanarlar. Gençler bir başka sevdaya kanarlar. Bahanelerle oyalanırlar. İş, iş, iş diye dolanırlar. O da vaktinde bulunsa ah bir kere, eş de bulunacak, aş da pişecek. Nazlananlar için söylenir. Yeridir uyaralım: Otuzuna kadar istediğini alırsın, otuzundan sonra ise isteyen alır. Bir değişik biçimi de şöyle: Otuzuna kadar istediğine varırsın, otuzundan sonra mı?... Bekleyin.

Vaktinde olunca çok âlâ olan hayırlarımız, iyiliklerimiz, yardımlarımız nedense hep gecikir. İlla ki göze gelecek, gündeme gelecek. Atalar demiş zaten: “Elden gelen öğün olmaz olsa da vaktinde gelmez.”

Sözün özü: Vaktinde seveceksin seveceklerini, kaybedince değil. Vaktinde sayacaksın sayacaklarını, yitirince değil. Vaktinde bileceksin kıymetlerini onların. Değerlerini tartacaksın, yabana atmayacaksın. Sağlığını, gençliğin gücünü, vatanını, istiklâlini vaktinde koruyacaksın. Elden gidince değil sonra da dizini dövmeyeceksin, ağıtlar yakmayacaksın, ah edip yanmayacaksın. Vaktinde uyanacaksın. Vaktinde önlem almazsan, tedbirler kılmazsan nafile vakitlerde, nafile işlerle oyalanacaksın. Keşke şu iki beyit’i çok önceden duymuş olsak, okumuş olsak dememeniz için aktarıyorum:

 Bir gün gelir bu hayat-ı âlem hayâl olur

  Dehrin nesi varsa cümle pâ-mal olur

  Her demi zevk ile geçen eyyâmın

 Âkıbet encâmı firkat melâl olur.” (Osman Hulûsi ATEŞ)

Yani bu dünya hayatı bir gün gelir hayal olur. Dünyalık adına neyiniz varsa hepsi ayak altı olup, çiğnenir. Toprağa karılan varlığınızdır. Her anı zevk ile geçen ömrünüzün akıbeti-en sonu-ayrılıktır, hüzündür. Dünyayı hiç terk etmeyecekmiş sananlara, hem kurumlara hem de kurum kurum kurulanlara, gök gürleyince “Allah Allah” diyen bizlere, depremlerle yüreği birden korkuyla çarpan kullara kulluğun hatırlatmasıdır bu beyt.

Niyetim ilgi çekmek değildi. Yalnızca dikkat çekmek istedim. O da vaktinde olmuştur inşâallah. Kararlarınızın sonrası ‘eyvah’ olmasın tek.