Musa Tektaş


Sağ elin sol elden gizlediği


İnsanız ve bir toplum hayatı içinde yaşıyoruz. Yardımlaşma duygusunun, paylaşmanın ne kadar insani bir duygu olduğunu da pek âlâ biliyoruz. Hele de mübarek ramazan-ı Şerif’te bu duyguları daha içten ve samimi yaşıyoruz. Yüce dinimiz İslam bize her konuda yardımlaşmayı öğütlüyor. Kitabımızda Rabbimiz şöyle buyuruyor; “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın.”(5/Maide,2)

Zenginle fakirin bir arada yaşadığı toplumlarda yardımlaşma en temel birlik unsurudur. Zaten bize Hakk’ın emridir, Peygamberimizin düsturudur. Yardımlaşma ile aradaki uçurumlar ortadan kalkar, paylaşma ile gönüller kaynaşır, Allah için dünyada iken verilen hayırlar, tasadduk edilen şeyler kabirde kandil kandil nurdur. Kur’an diliyle cennetlikler tarif edilirken; “Mallarından muhtaç ve mahrumlara hakkını verenler(51/Zariyat,15-19) müjdelenmiştir. Seher vaktini değerlendirip, Mevlâ’sına yalvaranlar, uykuya ibadeti tercih edenler, dünyadaki yaptıkları iyiliklerin mükâfatını ahirette göreceklerdir. Dünyadayken verdikleri bir yudum su, onlara ahirette pınar başlarında bir sonsuz hayat bahşedecektir. Âlemlerin Efendisi Sevgili Peygamberimize, Mekke yıllarında iken inen bu ilahi emirler, sadece İslam âlemi için değil, bütün insanlık âleminin, bütün toplumların ihtiyacı olan bir ilahi düzenin ilahi mesajıdır.

 

Sadaka Sadakattir

Sadaka geniş anlamıyla, yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için nafile olarak yapılan hayır ve hasenatı, insan ve hayvanlara yapılan iyilik, lütuf ve ihsanları, hatta insanların gönlünü hoş eden güzel söz ve davranışları kapsamına alır. Mü’min iyiliği; yani güzel sözü, insanları bağışlamayı, bütün mahlûkata eziyet veren şeyleri gidermeyi Hakk rızası için yapar, bununla huzur bulur. Bunları yaparken de asla başa kakmaz, insanları rencide etmez. Çünkü bilir ki,  Allah’ın zenginliği ve bağışlaması karşısında bir kulun yaptığı iyilik gayet küçüktür. Gösterişe kapılmadan insanlara yardımcı olmak, insanî olduğu kadar imanî bir davranıştır, ne ulvîdir ne büyüktür. Rabbimizin bize verdiği mallar, hakikatte O’nun mülkü, zahirde ise bize emanettir. Biz sadece gerçek mülk sahibinin malından O’nun kullarını istifade ettirmekle mükellefiz. Bunun aksine davranmak elbette emanete hiyanettir. İhtiyaç sahiplerine yardımcı olmamız, bir kul olarak bizim Yüce Yaratıcı’ya olan sadakattir, samimiyettir.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri (k.s), sadakanın önemi hususunda Hutbeler adlı eserinde,  şu öğütlerde bulunmaktadır:

“Müslüman Kardeşlerim!

Hiç şüphesiz, ferdî ve içtimâî bozukluklardan fenalıklardan pek çoğu, fakr u zaruretten, sefaletten ileri gelmektedir. Devamlı zaruret ve sefaletlerin, daima ahlâkın sükûtuna aile müessesesinin çöküntüye uğramasına, cinâyetlerin, intiharların çoğalmasına yol açtığı ve açacağı her zaman bilinen görülen şeylerdendir.

Müslümanlığın gerek zekât farizasıyla ve gerekse tavsiye eylediği sadakalarla; fakirlerin zaruretlerini gidermeyi, cemiyeti sefaletten, cinâyetten, içtimâî fesatlardan, ahlâkî bozukluklardan korumayı istihdaf ettiğinde şüphe yoktur. Bir cemiyette fakirlik ve sefalet hüküm sürüyorsa bunda zekâtlarını ödemeyenlerin büyük mes’uliyet hissesi bulunduğunu kabul etmek icap eder.

Hazret-i Ali  (r.a) anlatıyor: Peygamberimiz efendimiz buyurdularki; “Allahu Teâlâ zengin Müslümanların mallarına, fakirleri koruyacak derecede bir hak farz kılmıştır. Fakirlerin aç veya çıplak kalarak eziyet ve sıkıntı çekenleri zenginlerin yaptıkları yani zekâtlarını vermemeleri yüzündendir. Iyi biliniz ki Allah onları, en ağır sorguya hesaba çekecek en acı azapla azaplandıracaktır.”  Zariyat suresinin 19. âyetinde de beyan buyrulduğu üzere zekât, cemiyette yardıma muhtaç olanların haklarıdır.” (35. Hutbe, s. 106)

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri (k.s) bir hutbelerinde de şöyle buyuruyorlar:

“Aziz Cemaat-i Müslimin!

Şunu da ayrıca bir içtimaî vazife bilerek arz etmek isterim. Müslümanlığın en mühim emirlerinden biri de teavün ve yardımlaşmadır. İnsanı hüsrandan kurtarıp dünya ve âhiret saâdetine kavuşturacak olan amel-i salihanın başlıcası budur.

Bu yolda Allah rızası için yapılacak yardımlar hep sadakadır. Bunların hepsi bizi cehennem ateşinden koruyacak şeylerdendir.” (64. Hutbe, s. 196)

 

Ölümsüz Eser Bırakmak

Dünya hayatının faniliği her zaman bilindiğinden ölümsüz eserler bırakmak bir ideal olarak ufukları parlatan güneş gibi gönüllere doğmuş ve mü’minleri daimi hayırlara yöneltmiştir. Sadaka-i câriye, sürekli ecir getiren sadaka anlamına gelir. Bir hadiste sürekli ecir kaynağı olan ameller şöyle belirlenir: "İnsan öldüğü zaman amel defteri kapanır. Ancak üç şey bundan müstesnadır. Sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim ve kendisine hayır dua eden salih çocuk" (Dârimi, Mukaddime, 46). Bu hadiste zikredilen sadaka-i câriye; yol, köprü, çeşme, mescid, yoksullar için aş evi, hastahane ve okul gibi hayır yerlerini kapsamına alır. İnsanlar bu gibi yerlerden yararlandığı sürece, bunları yaptıranlar, yapılmasına sebep olanlar, yol gösterenler ve destek olanlar, gerek sağlıklarında ve gerekse vefatlarından sonra sevap almaya devam ederler. İnsanların faydalandığı bir ilim bırakan mü’min de, bu ilimden, kitaptan, keşif ve icattan toplum yararlandıkça,  sürekli olarak ecir alır. Nitekim ilim, irfan ve irşatlarıyla toplumda iyi bir eser bırakan âlimlerimizin eserleri günümüzde okundukça onlara, hatta onları okutan üstadlarına, büyüten anne-babalarına bile rahmet okunmaktadır. İsimleri hayırla anılmakta, ruhları şâd olunmaktadır.

Divan-ı Hulûs-i Darendevî’nin ilk gazelinin son beytinde Hulûsi Efendi Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

Hulûsî ismini yâd etmeğe ihvân u yârânın

Fenâ dârında et sen kudretince bir eser peydâ

(Ey Hulûsî kardeşlerinin ve yârenlerinin senden sonra da ismini anmalarını istiyorsan, bu fânî dünyada elinden geldiğince çalış ve güzel eserler meydana getir.)

Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi kaleme aldığı kitapların yanında, tarihî eserlerin korunması ve onarımından, eğitim, sağlık, ilim, kültür ve sosyal faaliyetlere kadar geniş bir yelpazeye yayılan vakıf hizmetleri ile isminin ahirete irtihalinden sonra da hayırla anılmasına neden olmaktadır.

 

İnsanlığın Tanığı Sadaka Taşları

Türk Milleti, millî hasletlerindeki yüksek değer ölçüleriyle İslâm Dini`ni özümleyişiyle "insan"ı, son derece önemli sevgi ve saygı odağı haline getirmiştir. Bunun olumlu tezahür ve tecellileri olarak da, kültür, tefekkür ve medeniyet tarihine yeni, yepyeni usûl, vasıta, kurum ve kuruluşlar armağan etmiştir.

Bunun en güzel örneklerinden birisi, gerçek fakir ve muhtaçların hâlet-i ruhiyelerine verilen değer ve gösterilen engin anlayıştır. İffet ve hayâsından dolayı fakirliğini gizleyenler; onur ve vakarından dolayı ihtiyaçlarını kim­seye açamayanlar için, ince ve farklı yardım, destek ve himâye yol ve metodları bulunmuştur. Onlara "Alan el" olmanın utanç ve ezikliğini yaşatmamak için, gayet zarif yardım şekilleri geliştirilmiştir. Böylece "Alan el" hicaptan, "Veren el" de gurur ve riyadan korunmuştur. Çünkü "insan", "Eşref i Mahlûkat" ve "Âlem-i Kübrâ"dır. 

İşte, her türlü takdir, tebrik ve tebcile lâyık yardımlaşma vasıtalarından birisi, hatta bir bakıma birincisini, teşkil eden "Sadaka Taşları"dır.

"Komşusu aç iken, kendisi tok yatan bizden değildir" gibi yardımlaşma ve dayanışmayı öğütleyen hadis-i şeriflerin derunî idraki içerisinde olanlar, fakir ve muhtaçlara yardımda bulunmayı kendileri için görev bilmişlerdir. Osmanlı döneminin örneklerini bildiğimiz "Sadaka Taşları", bu görevi en iyi şekilde yapma ve yoksulu mahcup etmeme gibi ince düşünce ve davranışlardan doğmuştur. Güzel, zarif ve Türk ruhuna uygun bir yardımlaşma vasıtasıdır.

"Sadaka Taşları", Türk şehirlerinin,  mahallelerinin birer centilmenlik anıtıdırlar. Olanca güzelliklerine ve zarafetine rağmen değişen şartlar sebebiyle giderek ihmâl edilen, zamanla unutulup mukadderatına terkedilen  fazilet abideleridir. (Hasan Özönder,Türk Mahallelerinde "Sadaka Taşları"nın Yeri Ve Önemi, Deniz Feneri, 2005/1, s.24)

Yardım etmek isteyenler yardımlarını o taşlara bırakırlardı; ihtiyaç sahipleri de, arzu ederlerse, gece, kimsenin görmediği zamanlarda o taşlardan alabilirlerdi. Şimdilerde o taşları meydanlara koysak, yerlerinde bulabilir miyiz?

Bugün de her zamankinden daha çok komşuluk ilişkilerinin azalmamasına, hatta hayatın yaşanılabilirliği ve birlikteliği ölçüsünde çoğaltılmasına özen gösterilmelidir. Sosyal dayanışmaya ve yardımlaşmaya önem verilmelidir. Köylerimizde, şehirlerimizde hâsılı bütün yurdumuzda yaşayan insanlarımızın nezaketleri, konukseverlikleri her yerde sadece tarih, yaşanmış bir hatıra olarak kalmamalı bugün de hayata tatbik edilmeli ve yaşatılmalıdır.

 

Sağ Elin Verdiği Sadakayı Sol El Görmez

Yardımlaşırken ve sadaka verilirken insanların gizliliğe riayet etmeleri Peygamberimizin bizlere tavsiyesidir. Büyük insanlar bu konuda gizlilik için bazen sadakayı gözü görmeyen fakirlere verip, yardım edenin kim olduğunun bilinmesini bile önlemeye çalışırlardı. Zaten Sadaka Taşları’nın gayesi de fakirin hatırının rencide edilmemesi içindir.

 “Eğer, sağ eliyle verdiği sadakayı, sol eli görmeyecek kadar gizleyen kimseye melekler bile hayran kalır” mealindeki hadis kulağımıza küpe olmalıdır.  (Bkz:Tirmizi, Tefsir, Muavvizateyn 2, (3366).

Çevremizdeki olumsuzluklara, garipliklere ihtiyaç hallerine karşı ilgisiz ve duyarsız kalınmamalıdır. Olumsuzlukları tenkit değil onlara çözüm üretmelidir. Anadolu`muzun özeti olan, neresinden bakılsa yurdumuz görünen şehirlerimizin ruhuna sinmiş olan manevi ve kültürel değerlerimize sahip çıkılmalıdır.

Eskiden bir işe başlamadan, bir ev veya bina temeli atılmadan önce sadaka verilirdi. Hatta gece karmaşık rüya gören ev büyüklerimiz en yakın ihtiyaçlı komşuya bir sadaka vermeyi âdet edinmişlerdi. Atalarımız sadakanın belayı defedeceğine can-u gönülden inanmışlardı. Onun için böyle yapılırdı. Yardımlaşma ve iyilik için yarışma, hayır işlerinin yaygınlaştırılması daima hayatın bir parçası olarak yaşatılmalıdır. Hayatın güzelliği insanların gönlünün güzelliğinin aynasıdır. Bu gerçek hiçbir zaman unutulmamalıdır.